26 Kasım 2014 Çarşamba

Dersim, Aleviler, Ermeniler, Seyit Rıza ve Hainlikler Sinan SEYDİOĞULLARI


 
Dersim, Aleviler, Ermeniler, Seyit Rıza ve Hainlikler

                                                                                   Sinan SEYDİOĞULLARI
 
         Moğollar 1256 yılında Haşhaşilerin sığınağı olan Alamut Kalesi'ni, altına kazdıkları kuyuları petrolle doldurup patlatarak, ele geçirdi. Burada yaşayan batıni Dailer ile imamların bir kısmı, Türkmen aşiretlerin yurtluğu ve ocaklığı olan Dersim dağlarına sığındı ve bu bölgedeki Şiilik inancının alt yapısını oluşturdu. Doğu Anadolu'da, Munzur dağlarını kapsayan ve Dersim olarak anılan bölgenin orta kesiminde bulunan yüzlerce mağara ve duvar formundaki kayalıklar, tarihte düşmandan kaçan ya da hırsızlık ve eşkıyalıkla geçimini sağlayan insanların doğal sığınma yeri oldu...
 
Sivas yakınlarında 2 Temmuz 1511 günü Sadrazam Ali Paşa ile Şahkulu kuvvetleri arasında yapılan savaşta, Ali Paşa ve Şahkulu öldü. 15 bin civarındaki Şahkulu taraftarı Erzincan'a ve oradan İran'a geçip Şah İsmail'e sığındı. Caferilik'in bir yorumu olan Dersim Aleviliği, bu dönemde ortaya çıktı. Alevilik seyit, dede ve pir ailelerinin sahip olduğu bilgi ve öğretilere dayanır ve sözlü aktarımı esas alır. Sonradan Alevi olunmaz; ancak Alevi anne ve babadan olmak esastır...

1876 sonrası Dersim'e gönderilen mutasarrıflar ağalar eliyle, mültezimler de fazladan topladığı vergilerle halka zulmetti. Mutasarrıfların kötü yönetimi aşiretler arasındaki ihtilafları körükledi ve bölge aşiretlerin hakimiyet ve çekişme alanı haline geldi. Mutasarrıflar, güvenliği sağlama adına Ermenilerden de ciddi paralar alıyordu. Halk açlık ve sefalet içindeyken, ağalar ve dedeler çocuklarına mürebbiyeler tutuyordu. Rüşvet, menfaat temini, görevi kötüye kullanma ve yolsuzluklar artmış, adeta yönetimin bir parçası haline gelmişti. Çare olmaktan çoktan çıkmış olan adalet mekanizması zamanında sonuç vermiyor ve hep güçlüden yana işliyordu. Osmanlılar, başkaldırı olmadığı sürece ağa ve dedelere hoşgörülü davrandı ve halkın ezilip sömürülmesini görmezlikten geldi; toplum cahil ve geri kaldı. Bu şeyhler, ağalar ve aşiret reisleri yargıyı temsil ediyor, vergi topluyor ve gençleri askere yollamayıp kendi muhafızı yapıyor ve haydut çeteleri oluşturuyordu. Ağalar ve seyitler Dersim toplumunun Türkçe bilen kişileriydi. Özel katipler marifeti ile okuma yazma, bu zümrelerin tekelindeydi. Halk ağa, devlet ve seyit koalisyonu altında ezildi ve sindirildi...

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Ermenilerin, Kürt ve Çerkez saldırılarına karşı korunması hükme bağlandı. Ermeni Hınçak ve Taşnak komiteleri Erzurum, Van, Sivas, Bitlis, Mamuretülaziz (Harput) ve Diyarbakır'da özerk bir yönetim kurulmasını istiyordu. 1877-78 Savaşı'ndan sonra ABD de Ermeni sorununu bahane ederek, Osmanlı'nın iç işlerine karışmaya başladı...
 
Çanakkale Savaşı ile eş zamanlı olarak Van ve çevresinde isyan başlatan Ermeni çeteleri, Rusların yardım ve kışkırtmasıyla toplu katliamlar yaptı. Büyük Ermenistan idealiyle ve Batılılara da güvenerek, Osmanlı ordusunun gerisine ve destek güçlerine saldıran Ermeniler Van'ı ve civar illeri ele geçirdi. Kayıklara bindirdikleri çok sayıda Müslüman'ı öldürüp Van Gölü'nde suya attılar. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde eş zamanlı olarak saldırıya geçip suikast ve sabotaj eylemleri yaptılar. Maraş civarında çok sayıda Osmanlı askerini şehit ettiler. Bunun üzerine Mayıs 1915'te, İç ve Doğu Anadolu'daki yaklaşık 450 bin Ermeni zorunlu göçe tabi tutularak, bir Osmanlı toprağı olan Suriye'ye nakledildi. Nakil sırasında 7 bini aşiretlerin ve eşkıyaların saldırısından, 30 bini de salgın hastalıktan olmak üzere, yaklaşık 40 bin Ermeni hayatını kaybetti. Tehcir sırasında 25 bin civarındaki Ermeni, Dersim aşiretlerine sığındı.

Ruslar yerel direnişi kırmak için, Kürt giysili Ermenilere eylemler yaptırıp Dersim bölgesindeki halkı isyana teşvik etti. Rus ve Ermenilerle işbirliği yapan bazı Dersim aşiretleri ise Osmanlı kuvvetlerine saldırdı. 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa ve bölgenin milis kuvvetleri bu saldırıları püskürttü. 1916'da Erzurum, Bayburt, Gümüşhane, Trabzon ve Erzincan'ı işgal eden Ruslar 1917 Bolşevik İhtilali ile bölgeden çekilince, yerini Ermeni çeteler aldı. Ermenilerin bir kısmı Ruslarla birlikte gitti. Diğerleri ise din değiştirerek veya Müslümanlarla evlilikler yaparak bölgede kaldı. Bugün Dersim'de Zaza, Kürt ve Türk Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bölgede kendini Kürt sayan Türkmenler ve Ermeniler bulunur. Suriye'ye nakledilen Ermenilerden yaklaşık 100 bini Amerika ve diğer ülkelere, bir kısmı da Mısır'a göç etti. Ermenilerin büyük bir kısmı, savaşın bitiminden sonra, evlerine geri döndü.

Osmanlı arşivlerine göre, 1915-1921 yılları arasında yaklaşık 520 bin Türk ve Kürt, Ermeni çeteleri tarafından öldürüldü...

6-11 Ocak 1921 tarihleri arasında saldıran Yunan ordusu I. İnönü Savaşı'nda durduruldu. Çerkez Ethem, Eşref Kuşçubaşı ve kardeşleri, 28 Ocak 1921'de Yunanlara sığındı. Midilli'de Anadolu İhtilal Komitesi adlı bir örgüt kuran Çerkez Ethem, Batı Anadolu'da İngilizlerin desteğinde bir özerk Çerkez devleti kurmak amacıyla 24 Ekim 1921'de, İzmir'de bir Çerkez Kongresi düzenledi. Anadolu İhtilal Komitesi'nin Mustafa Kemal aleyhine hazırlattığı bildiriler Atina'da basılıyor ve İngilizlerin emrindeki Rum ve Ermeniler tarafından İstanbul'a getirilip Anzavur'un oğlu ve adamları tarafından dağıtılıyordu. Anadolu İhtilal Komitesi ve saltanat yanlılarının kurduğu Tarikatı Salahiye daha sonraki yıllarda ortaya çıkan Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanlarını destekledi...
 
Kürt Teali Cemiyeti tarafından çıkartılan ve Sivas, Erzincan ve Tunceli yöresini etkisi altına alan Koçgiri Ayaklanması'nda, yönetimi ele almak isteyen aşiret reisleri, TBMM'ye gönderdiği telgrafta Zara ve çevresinin bir vilayet haline getirilerek, bir Kürt vali ve bir Türk vali muavininin atanmasını istedi. Seyit Rıza önderliğindeki Batı Dersim aşiretleri de isyanı destekledi. 17 Haziran 1921'de bastırılan ayaklanma sırasında Koçgiriler Dersim'e sığındı. Seyit Rıza'nın yanında yer alan Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey, 1921 yılında TBMM'de yaptığı bir konuşmada, Harzem'den gelen ve Türkçe konuşan atalarına Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad'ın buraya yerleşme izni verdiğini, Yavuz döneminde bu Harzemli Alevi Türklerin can güvenliği nedeniyle Dersim dağlarına çekildiğini ve bunun sonucunda Kürtçe öğrendiği ve zamanla Kürtleştiğini söyledi...
 
13 Şubat 1925'te Ergani Eğil'de başlayan Şeyh Sait Ayaklanması, Doğu Anadolu'da geniş çaplı bir Kürt ayaklanmasına dönüştü. Hilafetin kaldırılmasına karşı olan, “İslam Türklerle Kürtler arasındaki tek bağdır. Türkler şimdi bunu kırdığına göre, Kürtler de kendi geleceklerini düşünmek zorundadır” diyen Şeyh Sait, halkı İslam adına ayaklanmaya çağırdı. Seyit Rıza ve Batı Dersimliler mezhep farklılığı nedeniyle Şeyh Sait İsyanı'na katılmadı. Şeyh Sait kısa sürede Genç, Maden, Siverek, Ergani, Varto ve Elazığ'ı ele geçirip bazı devlet görevlilerini tutukladı ve Diyarbakır'ı kuşattı. Şiddetli çarpışmalar sonunda ordu birlikleri isyancıları dağıttı ve Şeyh Sait ele geçirildi. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi, Şeyh Sait İsyanı neden gösterilerek ve irticayı körüklediği gerekçesiyle 3 Haziran 1925'te kapatıldı. Şeyh Sait ve 46 adamı, 29 Haziran'da Diyarbakır'da yapılan yargılama sonunda idam edildi. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'ne katılmış olan Dersim mebusu Hasan Hayri Bey de, idam edilenler arasındaydı. Şeyh Sait İsyanı'nın devamı niteliğinde ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucu Siirt'in Beşiri bölgesinde ortaya çıkan Raçkotan ve Raman isyanları, yönetime bağlı diğer aşiretler tarafından bastırıldı...
 
Elazığ'da zorunlu iskana tabi tutulan Seyit Rıza ve diğer Dersimli aşiret reisleri, kendilerine verilen araziler geri alınınca 1927'den sonra Dersim'e döndü. 1929'da Dersim ve çevresi, köy basan ve yol kesip gasp yapan katillerin sığınak yeri haline geldi.

Mayıs-Ağustos 1929'da Siirt Eruh'ta Asi Resul, Eylül 1929'da Ağrı Tendürek olayları meydana geldi. 1930'da Yüksekova Oramar ve Mayıs-Haziran 1930'da Mardin Savur ayaklanmaları çıktı. Türkiye 1930 yılında, Suriye'nin kuzey sınır bölgelerine yerleştirilen 70 bin civarındaki Ermeni'nin uzaklaştırılmasını istedi, ancak Fransa bunu reddetti.

Haziran-Eylül 1930'da HOYBUN Cemiyeti'nin organize ettiği ve liderliğini yüzbaşı İhsan Nuri, Ermeni Zilan ve Bro Haso Telli'nin yaptığı Ağrı isyanlarında, aşiretlerin yanında Ermeni ve Nasturiler de yer aldı. İran'dan Zeylan ve Irak'tan Şeyh Barzani ve Molla Hüseyin Şerif yönetimindeki Kürt aşiretleri ile Dersim'deki Seyit Rıza ve Keçelan aşireti, isyancıları desteklemek amacıyla Türk garnizonlarına saldırdı. Bastırılan isyanın elebaşları İran'a kaçtı.  

Ekim 1930'da Pülümür'de askerlik yapmayı reddedip silahlı saldırıda bulunanların cezalandırılması amacıyla yapılan hava bombardımanında iki bin civarında insan hayatını kaybetti ve bazı köyler tahrip edildi...
 
I. Kürt Genel Konferansı Temmuz 1934'te Erivan'da toplanmış, Sovyetler Birliği siyasi Kürtçülüğü canlandırmak ve Kafkasya'nın çeşitli yerlerinde bulunan 35 bin civarındaki Yezidi'yi Kürtleştirmek amacıyla Erivan Kürdoloji Enstitüsü öğretmenlerini görevlendirmişti. HOYBUN Cemiyeti tarafından Türkiye'ye gönderilen Kürt Teali Cemiyeti üyeleri ve Ermeni temsilcileri, Dersim ve civarında çıkartılacak bir isyan için gizli çalışmalar yapmıştı.

Dersim bölgesinin sosyal ve ekonomik şartlarını ıslah etmek üzere 1935 yılında Türk hükümeti tarafından geliştirilen reform programını, kendi nüfuz ve çıkarlarına zararlı gören aşiret ağaları, şeyhler ve seyitler, taşınmaz malların incelenmesi sırasında halka baskı yapmış ve halk tapu idarelerine gidip arazilerin, ağalara ait olduğunu söylemek zorunda kalmıştı. Seyit Rıza liderliğindeki bazı aşiretler Dersim ile ilgili yasanın kaldırılmasını, Dersim için özel ve milli hakları sağlayan bir idare kurulmasını, vergilerin paylaşılmasını, jandarmanın çekilmesini, yeni köprü ve yolların yapılmamasını, silahlara el konulmamasını, yeni karakol ve yerleşim merkezlerinin kurulmamasını istiyordu.

Dersim İsyanı, 21 Mart 1937 gecesi Harçik Çayı üzerindeki tahta köprünün yakılmasıyla başladı. Telefon hatları kesildi ve karakollar basıldı. Singeç Köprüsü Karakolu'ndaki 33 asker öldürüldü. Asilerin sayısı on bin civarındaydı. Ertesi gün hükümet konağı, bir ilkokul ve bir hastane ateşe verildi. Askeri harekat 12 Mayıs 1937'de başladı. Seyit Rıza 20 Mayıs 1937 tarihli mektubunda, "Kan dursun yeter ki! Beni ve aşiretimi Erzurum'a yollayın. Ya da hükümet benden şüphe ediyorsa Halep'e gideyim veyahut Türkistan'a geri gönderin" diyordu. Dersim'de hava saldırılarıyla vadiler ve açık alanlar bombalandı, mağaralar tahrip kalıplarıyla imha edildi. Seyit Rıza, 10 Eylül 1937'de teslim oldu. Ocak 1938'de 7 jandarma öldürülüp Mercan Karakolu'nun basılması üzerine 8 Haziran 1938'de ikinci harekat başlatıldı. Harekatta yaklaşık 9 bin kişi ölü olarak ele geçirildi ve 200 civarında asker şehit oldu. İsyancılar tarafından vurulan iki uçaktan biri düştü. Seyit Rıza ile birlikte 8 kişi idam edildi. Yasak ilan edilen bölgeler sivillerden arındırıldı, 10 bin civarında insan zorunlu göçe tabi tutuldu ve Kürtçe konuşmak yasaklandı. Eylül 1938'de Sason bölgesinde çıkan isyanda ise 384 kişi öldürüldü. 1920-1938 yılları arasında Türkiye'de 17 Kürt isyanı çıktı. Sürgüne gönderilen Dersim halkının büyük kısmı 1947 yılında geri döndü.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Milliyetçi-Devrimci Düşünce Sinan SEYDİOĞULLARI


  Milliyetçi-Devrimci Düşünce*
                                                             
    Sinan SEYDİOĞULLARI

 * Bu yazı ilk defa Alanya Aktüel Dergisi'nin Şubat-Mart 2007 sayısında, Hurşit Gürler imzasıyla yayınlanmıştır.  
 
              Uluslarüstü kuruluşlar, küreselleşen dünyada doğal kaynaklara el koymak, emeği köleleştirmek ve ulusal girişimciyi kendi taşeronu haline getirmek için kamu mallarını yabancı sermayeye ve işbirlikçilerine devrettiriyor, yerinden yönetimi destekliyor ve böylece içine kolayca girilebilecek toplumlar, hizmet ve sermayenin serbestçe dolaşabildiği yeni pazarlar oluşturuyor.   

              Batı'nın yardımını gelişmenin teminatı olarak gösteren ve Batı'ya sığınmayı devlet politikası olarak sunan Batı maymunu siyasetçiler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları ve yalaka basın ülke insanını yanlış yönlendiriyor. Türkiye Batılılaştıkça sömürgeleşiyor ve borçlanıyor. Halk yabancı kültürlerin ve ekonomilerin oyuncağı olurken, utanmaz, sahtekar, fırsatçı, talancı ve tefeci bir avuç mutlu azınlık yüksek gelire kavuşuyor. Saltanatları sürsün diye, ülkenin pazarlanmasına ve peşkeş çekilmesine göz yuman, teslimiyetçi, hain, rüşvetçi, devletin kuruluş ve sürekliliği ideolojisine yabancı, yüce ideallerden ve iddialardan uzak, aynı zamanda korkak, sünepe, tembel, kişiliksiz, kompleksli, dilenme ve kuyruk olma sevdalısı, ahmak, dalkavuk, piyasaları rahatsız etmemek, rantları ve yatırımları tehlikeye sokmamak bahanesiyle dayatmalara, azarlanmaya, alttan almaya, taviz vermeye ve yamanmaya alışık düşük ruhlu, şamar oğlanı, Batı uşağı ve taklitçisi yönetici, bürokrat, siyaset adamı, paraya saygılı ve paraya hizmet eden, mandacı, “bizi ancak AB adam eder” diyen sömürge aydını soysuzlar bu sömürge çarkının payandası oluyor. 

              Bugün zengin petrol yatakları ve doğal gaz rezervlerinin bulunduğu Karadeniz, Hazar, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun tam ortasında kalan Türkiye, izleyeceği Amerika, Avrupa, Afrika, Rusya, Çin, Hindistan ve İran uzantılı etkin politika ve geliştireceği çeşitli stratejilerle güçlü ve ileri bir ülke olmaya yönelebilir. Bunun için, Türkiye’nin iyi eğitimli, iyi yetişmiş, vatansever, alçakgönüllü, yiğit ve çalışkan, evrensel düşünen, doğru söyleyen ve doğru yapan, milliyetçi ve devrimci düşünce ve heyecana sahip erdemli insanlara ve onların yönetimine ihtiyacı vardır.

              Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu, isteyen her Türk vatandaşının istediği siyasi partiye üye olabildiği ve milletvekili aday listelerinin partilere kayıtlı bütün üyeler tarafından belirlendiği, demokratik vatandaşlık bilincinin geliştirildiği, hukukun üstünlüğüne, düşünsel, ahlaki ve kişisel gelişmeye önem verildiği, adaletli gelir dağılımının, şeffaflığın, düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünün sağlandığı, ülke zenginliklerinin kamunun ortak çıkarları için kullanıldığı ve adam gibi çalışıldığı sürece insanca yaşama düzeyine, sosyal ve ekonomik refaha ulaşılacağından herkes emin olmalıdır.

              Bilim alanında ve teknolojide her türlü gelişmeye açık ve dünya milletlerinin önünde olmak zorundayız. Üretim, sanayi yatırımları, ihracat ve tasarruf teşvik edilmeli, ülke iç ve dış borçlarından bir an önce ve kalıcı olarak kurtarılmalı, göçü ve işsizliği önleyici sosyal ve ekonomik politikalar üretilmeli, stratejik sanayi kuruluşları ve büyük bankaların ulusal kimlikleri korunmalı, Türk şirketleri küresel rekabete ve uluslararası standartlara uygun kurumsal yapıya kavuşturulmalı, enerji sektöründe nükleer teknolojiye geçilmeli, tarım ve hayvancılıkta dünya ile rekabet edebilir hale gelinmelidir.

8 Şubat 2014 Cumartesi

Koyunu kurt değil de, çoban yese... Sinan SEYDİOĞULLARI



Kanuni Sultan Süleyman bir gün süt kardeşi, mutasavvıf Yahya Efendi (1494-1571)'ye şöyle bir mektup gönderir: “Ağabey! Sen ilahi sırlara vakıfsın, bilirsin. Kerem eyle de bize Osmanoğulları'nın sonunun ne olacağını haber ver. Soyu kesilip yok mu olacak? Yok olacaksa, bu hangi sebeptendir?”

Yahya Efendi şöyle cevap verir: “Kardeşim! Neme gerek?”

Kanuni, bundan bir şey anlamaz ve Yahya Efendi'nin dergahına kadar gelir:

“Ağabey! Ne olur gizlemeyip soruma cevap veriniz. Biz de ona göre hareket edelim.”

“Biz cevap verdik. Bu sözümüzü anlayamamana şaşarız.”

“Nasıl?”

“Zulüm, haksızlık yayılsa, işitenler de; 'neme gerek' dese ve onu önlemeye çalışmasalar, sonra koyunu kurt değil de çoban yese, bilenler de bunu söylemeyip gizlese; fakirler, muhtaçlar, gariplerin feryadı göklere çıkıp bunları taşlardan başkası işitmese, işte o zaman felakettir. Soyunun o zaman yok olmasından korkulur. Hazinelerin boşalır. Askerin itaat etmez olur ve yolundan gitmezler. Yok olmak mukadderdir.”