Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un Fethi (1453) ve Zordan Anlayan Müslümanlar
Sinan SEYDİOĞULLARI
1452'de Rumeli Hisarı'nı inşa ettiren
Fatih Sultan Mehmet (1432-1481), XI. Konstantin'den kenti teslim etmesini
istedi. Avrupa, yardım etmek için Bizanslıların Katolik olmasını şart
koştuğundan XI. Konstantin, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşme kararını
çaresizlikten onayladı. Kuşatma 6 Nisan 1453 günü, projesi Macar Urban ile padişaha
ait olan topların atışıyla başladı.
Kuşatma sırasında, Cenova'dan yardım
getiren 4 gemi Osmanlı donanmasını yarıp, Haliç'e girdi. Bu durum Osmanlı
ordusunun moralini bozdu. Bunun üzerine, mikrobun tarifini yapan ilk bilim
insanı olan Hoca Akşemseddin (1389-1459), Fatih'e şöyle bir mektup gönderdi: "...Bu olay, gemi ehlinden oldu.
Kalbime büyük bir kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu. Fakat bu
olay o fırsatı ortadan kaldırdı. Yeni gelişmeler oldu. Birincisi, kafirler
rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu. İkincisi, sizin görüşünüzün eksik,
hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet
kazandı. Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu
ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu olay, bunun gibi pek çok sakıncalar doğurdu.
Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe
muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dahil gereken en şiddetli
ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, kaleye yeni bir hücuma
kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik
gösterilecektir. Bilirsiniz, bunlar zordan anlayan Müslüman'dır. Allah için
canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya
için ateşe atarlar. Şimdi sizin yapmanız gereken, bütün gücünüzle, fiilen,
emirle, hükümlerinize, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir. Bu tür
görevler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek, zora
başvurulabilecek kimselere verilebilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara,
hem de dine uygundur. Allah şöyle buyuruyor: 'Ey şanlı peygamber! Kafirlerle,
münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol. Yumuşak davranma.
Onların varacakları yer, cehennemdir ki, orası varılacak ne kötü yerdir.' Bir
acayip hal oldu. Üzgün bir halde otururken, Sadatın büyüğü, Caferi Sadık'ın
işareti üzerine Kur'an'ı Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu ayete
rastladım: 'Allah münafıklara ve kafirlere ebedi olarak cehennem ateşini vaat
etti. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar
için devamlı azap vardır. Bu ayete göre, bu işte gayret sarf etmeyenler de,
senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir. Bunlar münafık hükmünde olup,
kafirlerle cehennemde beraber olacaklardır. İşlerini daha sıkı tutmandan ve
sert davranmadan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta Allah'ın yardımıyla biz
buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan, yardım edilen ve muzaffer olarak
dönen oluruz. Şimdi, 'kul tedbiri alır, takdiri Allah'a bırakır' hükmü her
zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah'tandır. Ama elden gelen bütün gayret
sarf edilmelidir. Allah resulü ve ashabının sünneti de budur. Hüzünlü bir halde
iken biraz Kur'an okuyup yattığımda, birtakım lütuflara ve müjdelere mazhar
oldum ve teselli buldum. Bu söylediklerim sana boş söz gibi gelmesin. Gereğini
yapasın. Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir."
Osmanlı Devleti'nin gerçek kurucusu olarak nitelendirilen Fatih
Sultan Mehmet, coğrafik konumu dolayısıyla defalarca savaşlara ve kuşatmalara
sahne olan İstanbul'u 7 Haziran 1453 Salı günü fethetti.
Fatih ilk iş olarak,
Ayasofya'ya geldi ve buraya sığınmış olan yerli halkın can ve mal güvenliği ile
din özgürlüğü konusunda güvence verdi. Aynı gün ikindi vakti Ayasofya'da ezan
okuttu ve askerleriyle birlikte kıldığı namazdan sonra, zorla teslim alınan
kentteki en büyük mabedin camiye çevrilmesi geleneğine uygun olarak, Ayasofya'nın
camiye çevrilmesi emrini verdi.
İstanbul'un fethi, Orta Çağ'ın bitişi ve Yeni
Çağ'ın başlangıcı sayıldı. Kurulan medreselerle İstanbul uluslararası bir
eğitim merkezi haline getirildi. Kahire-Şam, Meraga ve Semerkant gibi önemli
merkezlerdeki birikimler İstanbul'a aktarıldı. Farsça ile Arapçanın resmi dil
olmasına izin vermeyen Fatih, Türkçeyi edebi bir dil olarak korudu. Sıkı bir
para politikası uyguladı ve serveti vergilendirdi. Elindeki araziyi ekip
biçmeyi bırakıp, başka bölgelere göç eden çiftçiden alınan vergiyi büyük oranda
artırdı. Köy ve mezraları tımar toprağı haline çevirdi, birçok araziyi
devletleştirdi. Ulema ve kazaskerlerin siyaset üzerindeki ağırlığını azalttı.
Bürokrasiyi çoğunlukla devşirmelere teslim etti. Fatih, Haçlı ittifakını
bozabilmek amacıyla 18 Nisan 1454'te Venediklilerle, ayrıcalıklı bir ticaret
antlaşması imzaladı. Yeniden kurduğu Ortodoks patrikliğinin başına, Katolik ve
Ortodoks kiliselerinin birleşmesine karşı çıkan din adamı Scholarios'u geçirdi.
İstanbul'da bir de Ermeni patrikhanesi açtırdı. Bilim insanı Georgios
Trapezuntios, haritacı Amirutzes ve tarihçi Mihail Kritovulos'u sarayda
görevlendirdi.

Fatih 1475'te Karadeniz'in Azak ve
Kırım sahillerini ve 1463-1479 yılları arasında, 16 yıl süren Osmanlı-Venedik
savaşları sonunda da, Ege Denizi'nin egemenliğini ele geçirdi. Temmuz 1480'de
Gedik Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Otranto'ya çıktı. Adına Pulya
Seferi de denilen Güney İtalya Seferi'nde Fatih'in asıl hedefi Roma'daki St.
Pierre Kilisesi'nin kubbesi, yani Katolik dünyanın merkezindeki Rim-Papa'ydı.
Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden biri olan, 9 dil bilen, Avni mahlasıyla şiirler yazan ve zehirlenerek öldürülen Fatih
Sultan Mehmet, bir gazelinde şöyle der: "Allah yolunda cihat edenlere örnek olmaktır niyetim/İslam dinini
yüceltme gayretidir gayretim."