30 Mayıs 2016 Pazartesi

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un Fethi (1453) ve Zordan Anlayan Müslümanlar Sinan SEYDİOĞULLARI

 
 
 
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un Fethi (1453) ve Zordan Anlayan Müslümanlar
Sinan SEYDİOĞULLARI
 

          1452'de Rumeli Hisarı'nı inşa ettiren Fatih Sultan Mehmet (1432-1481), XI. Konstantin'den kenti teslim etmesini istedi. Avrupa, yardım etmek için Bizanslıların Katolik olmasını şart koştuğundan XI. Konstantin, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşme kararını çaresizlikten onayladı. Kuşatma 6 Nisan 1453 günü, projesi Macar Urban ile padişaha ait olan topların atışıyla başladı.


 

Kuşatma sırasında, Cenova'dan yardım getiren 4 gemi Osmanlı donanmasını yarıp, Haliç'e girdi. Bu durum Osmanlı ordusunun moralini bozdu. Bunun üzerine, mikrobun tarifini yapan ilk bilim insanı olan Hoca Akşemseddin (1389-1459), Fatih'e şöyle bir mektup gönderdi: "...Bu olay, gemi ehlinden oldu. Kalbime büyük bir kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu. Fakat bu olay o fırsatı ortadan kaldırdı. Yeni gelişmeler oldu. Birincisi, kafirler rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu. İkincisi, sizin görüşünüzün eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet kazandı. Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu olay, bunun gibi pek çok sakıncalar doğurdu. Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dahil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, kaleye yeni bir hücuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir. Bilirsiniz, bunlar zordan anlayan Müslüman'dır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar. Şimdi sizin yapmanız gereken, bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinize, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir. Bu tür görevler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek, zora başvurulabilecek kimselere verilebilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara, hem de dine uygundur. Allah şöyle buyuruyor: 'Ey şanlı peygamber! Kafirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol. Yumuşak davranma. Onların varacakları yer, cehennemdir ki, orası varılacak ne kötü yerdir.' Bir acayip hal oldu. Üzgün bir halde otururken, Sadatın büyüğü, Caferi Sadık'ın işareti üzerine Kur'an'ı Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu ayete rastladım: 'Allah münafıklara ve kafirlere ebedi olarak cehennem ateşini vaat etti. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar için devamlı azap vardır. Bu ayete göre, bu işte gayret sarf etmeyenler de, senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir. Bunlar münafık hükmünde olup, kafirlerle cehennemde beraber olacaklardır. İşlerini daha sıkı tutmandan ve sert davranmadan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta Allah'ın yardımıyla biz buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan, yardım edilen ve muzaffer olarak dönen oluruz. Şimdi, 'kul tedbiri alır, takdiri Allah'a bırakır' hükmü her zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah'tandır. Ama elden gelen bütün gayret sarf edilmelidir. Allah resulü ve ashabının sünneti de budur. Hüzünlü bir halde iken biraz Kur'an okuyup yattığımda, birtakım lütuflara ve müjdelere mazhar oldum ve teselli buldum. Bu söylediklerim sana boş söz gibi gelmesin. Gereğini yapasın. Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir."

 

          Osmanlı Devleti'nin gerçek kurucusu olarak nitelendirilen Fatih Sultan Mehmet, coğrafik konumu dolayısıyla defalarca savaşlara ve kuşatmalara sahne olan İstanbul'u 7 Haziran 1453 Salı günü fethetti.
 
          Fatih ilk iş olarak, Ayasofya'ya geldi ve buraya sığınmış olan yerli halkın can ve mal güvenliği ile din özgürlüğü konusunda güvence verdi. Aynı gün ikindi vakti Ayasofya'da ezan okuttu ve askerleriyle birlikte kıldığı namazdan sonra, zorla teslim alınan kentteki en büyük mabedin camiye çevrilmesi geleneğine uygun olarak, Ayasofya'nın camiye çevrilmesi emrini verdi.
 
          İstanbul'un fethi, Orta Çağ'ın bitişi ve Yeni Çağ'ın başlangıcı sayıldı. Kurulan medreselerle İstanbul uluslararası bir eğitim merkezi haline getirildi. Kahire-Şam, Meraga ve Semerkant gibi önemli merkezlerdeki birikimler İstanbul'a aktarıldı. Farsça ile Arapçanın resmi dil olmasına izin vermeyen Fatih, Türkçeyi edebi bir dil olarak korudu. Sıkı bir para politikası uyguladı ve serveti vergilendirdi. Elindeki araziyi ekip biçmeyi bırakıp, başka bölgelere göç eden çiftçiden alınan vergiyi büyük oranda artırdı. Köy ve mezraları tımar toprağı haline çevirdi, birçok araziyi devletleştirdi. Ulema ve kazaskerlerin siyaset üzerindeki ağırlığını azalttı. Bürokrasiyi çoğunlukla devşirmelere teslim etti. Fatih, Haçlı ittifakını bozabilmek amacıyla 18 Nisan 1454'te Venediklilerle, ayrıcalıklı bir ticaret antlaşması imzaladı. Yeniden kurduğu Ortodoks patrikliğinin başına, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesine karşı çıkan din adamı Scholarios'u geçirdi. İstanbul'da bir de Ermeni patrikhanesi açtırdı. Bilim insanı Georgios Trapezuntios, haritacı Amirutzes ve tarihçi Mihail Kritovulos'u sarayda görevlendirdi.
 
Kritovulos, 1451-1461 yılları arasındaki olayları kapsayan Tarih adlı kitabında Midilli Seferi'ni şöyle anlatır: "II. Mehmet Çanakkale Boğazı'nı ordusuyla birlikte geçti, Küçük Frigya'ya doğru ilerledi ve İlion'a vardı. Harabeleri ve eski Truva kentinin kalıntılarını gezerek, büyüklüğünü, konumunu, art bölgesinin genişliğini, karayla ve denizle olan ilişkisinin yararlarını inceledi. Akhilleus ve Ajaks gibi kahramanların mezarları hakkında da bilgi aldı. Anılarını ve kahramanlıklarını saygıyla andı ve bu yüce anıyı yaşatan Homeros gibi şairleri bulunduğu için mutlu olduklarını düşündü. Başını yavaştan sallayarak, 'Tanrı bunca yıl sonra da olsa bu şehrin ve sakinlerinin öcünü almayı bana bahşetti. Düşmanlarını dize getirmek, şehirlerini talan etmek ve ganimeti Mysialılara vermek bana nasip oldu. Geçmişte bu toprakları Yunanlar, Makedonyalılar, Tesalyalılar ve Peleponezliler talan etmişlerdi. Onların soyundan gelenlere hak ettikleri cezayı ben verdim, o zaman ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara yapılan haksızlık benim gayretlerimle telafi oldu' dediği rivayet edilir." İstanbul kuşatması sırasında kentte bulunan Kardinal İsidore, yazdığı bir mektupta Fatih Sultan Mehmet için Truvalıların prensi diye söz eder. Montaigne Denemeler adlı eserinde Fatih Sultan Mehmet'in, Papa II. Pius'a gönderdiği mektupta "İtalyanlarla aynı soydan olduğumuz ve onlar gibi Hektor'un öcünü almak hakkımız olduğu halde, İtalyanların bize düşmanca davranmasına ve Yunanları korumasına şaşıyorum" dediğini yazar. Birçok Avrupalı Rönesans döneminde Türkleri, Romalıların saygın ardılları olarak görüyordu.
 
 
         Fatih 1475'te Karadeniz'in Azak ve Kırım sahillerini ve 1463-1479 yılları arasında, 16 yıl süren Osmanlı-Venedik savaşları sonunda da, Ege Denizi'nin egemenliğini ele geçirdi. Temmuz 1480'de Gedik Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Otranto'ya çıktı. Adına Pulya Seferi de denilen Güney İtalya Seferi'nde Fatih'in asıl hedefi Roma'daki St. Pierre Kilisesi'nin kubbesi, yani Katolik dünyanın merkezindeki Rim-Papa'ydı.
 
          Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden biri olan, 9 dil bilen, Avni mahlasıyla şiirler yazan ve zehirlenerek öldürülen Fatih Sultan Mehmet, bir gazelinde şöyle der: "Allah yolunda cihat edenlere örnek olmaktır niyetim/İslam dinini yüceltme gayretidir gayretim."