29 Ağustos 2017 Salı

30 Ağustos Zafer Bayramı Sinan SEYDİOĞULLARI


30 Ağustos Zafer Bayramı Sinan SEYDİOĞULLARI

          
İngilizler tarafından desteklenen ve “Büyük Yunanistan” hayaliye Anadolu’yu işgal eden Yunan Silahlı Kuvvetleri ile 30 Ağustos 1922 günü yapılan ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın sonucunu belirleyen Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın yıldönümlerinde kutlanır. İlk olarak 1923 yılında kutlanmaya başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşıp, Türkleri Asya’ya sürmeyi planlayan Batı, bunu Şark Meselesi olarak görmekteydi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Antlaşması’na dayanılarak, Anadolu’nun bir kısmı İngilizler, İtalyanlar, Fransızlar ve Yunanlar tarafından işgal edilmiş ve üç yıllık zorlu bir mü­cadelenin sonunda düş­man yurttan ancak atılabilmişti.


          Yıllarca süren savaşlar nedeniyle yılgınlığa düşmüş ve perişan olmuş halka, “Yunanlar padişah efendimizin daveti üzerine gelmişlerdir, onlara hürmet ve itaat edilmelidir” şeklinde yapılan propagandalarla teslimiyetçi bir anlayış hakim kılınmak isteniyordu. Meydanlarda halka okunan padişah fermanlarında, “Avrupa devletleri ve dünya kamuoyu, ‘Türklerin barbarlıkları devam etmektedir. Onları, Hıristiyanlara zulüm etsinler, din kardeşlerimizi kesip doğrasınlar diye mi yerlerinde bırakıyorsunuz?’ şeklinde feryat ediyorlar. Hükümet, bu tehlikeli günleri atlatmak için çalışıyor. Sizler de, işinizle gücünüzle uğraşın. Birbirinizle kardeş gibi geçinin. Devletin başına sorun çıkarmayın” deniyordu. Mandacılar ve mütareke basını Milli Mücadele’yi gereksiz ve boşuna yapılan bir çaba olarak görüyor, Milli Mücadele’yi padişaha karşı ayaklanma sayan şeyhülislam fetvaları ve Kuvayı Milliyeciler için çıkarılan idam fermanları İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılıyordu. İngilizlerin kışkırtmasıyla ayaklanan saltanatçılar Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, Süleymaniye’deki kamplarda örgütlenen bazı Kürt grupları ise Güneydoğu Anadolu’da kargaşa çıkartmaya çalışıyordu. Türk ordusunun önemli bir kısmı ne yazık ki, bu iç karışıklıklarla uğraşıyordu. Karadeniz bölgesinde 25 bin Rum, güneyde ise 10 bin Ermeni silahlandırılmıştı.


    Osmanlı Hükümetinin 10 Ağustos 1920’de imzaladığı Sevr Antlaşması’na göre, Osmanlı toprakları emperyalist Avrupa ülkeleri arasında paylaşılmakta ve Türklere Karadeniz’e çıkışı olan Ankara ve Sivas civarı bırakılmaktaydı. Anadolu’da 300 bin kişilik bir işgal kuvveti bulunuyordu. Bunun 250 binini, eğitimli ve donanımlı Yunan ordusu oluşturuyordu. Çoğu yeterli eğitimi almamış askerlerden oluşan Türk ordusu ise 60 bin kişiydi. Yunanlar ateş gücü bakımından üç kat daha üstündü. İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin gözetiminde bulunan depolardan kaçırılan cephane ve silahlar, Yunan savaş gemilerinin devriye gezdiği Karadeniz’deki limanlara, buradan da Anadolu’ya gönderiliyordu. Bu şekilde 250 bin tona yakın silah ve cephane Anadolu’ya ulaştırılmıştı. Azerbaycan Türkleri ve Hindistan Müslümanları da silah ve para yardımı yapıyordu. Bir dostluk antlaşması imzalamak üzere 1920’de Moskova’ya giden Türk heyetinin önüne şöyle bir koşul getirilir: Van ve Bitlis illeri Ermenilere verilmeli ve buradaki Müslüman nüfus Anadolu’nun içlerine gönderilmelidir. Ankara Hükümeti buna “Bu yerlerin Ermenilere terk edilmesi isteği, emperyalist bir düşüncenin ürünüdür ve hiçbir şekilde kabul edilemez” diye yanıt verir.      

          23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında 22 gün ve gece süren Sakarya Meydan Savaşı, göğüs göğüse yapılan kanlı çarpışmalara sahne olur. Yunan ordusu Haymana’ya kadar ilerler, ancak saldırganlığı kırıldığından, daha fazla gidemeyeceğini anlayarak, Sakarya nehrinin batısına çekilmek zorunda kalır. Necip Fazıl, “Sakarya Türküsü” adlı şiirinde bu ölüm kalım savaşını şöyle anlatır: “İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su/Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu/Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek/Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?” Sakarya Meydan Savaşı, Türk Kurtuluş Savaşı’nın bir dönüm noktası olur. Morali düzelen Türk ordusu asker, silah ve cephane bakımından da güçlendirilir. İngiliz ve Yunanlarla ters düşen İtalyanlardan para karşılığı silah alınır. Cepheye kağnılarla cephane, su ve yiyecek taşıyan Türk kadını, atölyelerde mermi yapar ve demiryollarının onarımında çalışır. Türk ordusu yaklaşık bir yıl süren hazırlık sonrası, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal önderliğinde 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz olarak tarihe geçen saldırıyı başlatır ve Yunan ordusunu dört günde dağıtır. Yunan ordusunun can kaybı 120 bini, verdiği esir sayısı ise 20 bini geçer. Türk ordusu yaklaşık 400 km’lik Afyon-İzmir arasını on dört günde kat ederek, 9 Eylül günü İzmir’e girer.

       Kurtuluş Savaşı’ndaki askeri zaferin ardından, TBMM Hükümeti ile İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Rusya, Bulgaristan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Devleti arasında 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınır. Türk milletinin, milli birlik ve bütünlük içinde “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek verdiği mücadele, sömürge uluslara moral önder ve örnek olur. Amerikan Kongresi, Ermenilerin zorunlu göçe tabi tutulmasının bazı olumsuz sonuçlarını gerekçe göstererek, Türkiye ile diplomatik ilişkiye girilmesini uygun bulmaz ve antlaşmayı onaylamaz. Bunun üzerine Türk Hükümeti, Ortodoks Fener Rum Patriği’nin İstanbul’dan çıkarılacağını duyurur ve Anadolu’daki bazı Amerikan misyoner okullarını kapatır. Bu sırada Amerika’da yaşayan Ermeniler, Rum Ortodoks Kilisesi’ni de kullanarak, Hıristiyan mezhepleri ve kiliseleri arasında Türkiye aleyhtarı kampanyalar yürütür. 18 Ocak 1927 tarihinde, Amerikan Kongresi, Türkiye’yi Ermeni, Hıristiyan, Nasturi ve Yunanların mallarına el koymak ve onları öldürmekle sorumlu tutarak, Lozan Antlaşması’nı tanımadığını ilan eder. Antlaşma, ancak 5 Şubat 1934’te onaylanır.