Kayaağıl Çukuru
Sinan
SEYDİOĞULLARI

*
Bu yazı ilk defa Eylül 2003'te Alanya Vizyon Dergisi'nde yayınlanmıştır.
Temmuz – ağustos aylarını yaylada
geçirmeli derler. Madem öyle, biz de ağustos sıcağından kaçmak için sabah saat
4’te yola koyuluyoruz. Hedef noktamız Kayaağıl Çukuru…
Dört beş yıl önce bir
ansiklopedide rastlamıştım ona. Sonra haritalardan ve yöreyi iyi bilen
avcılardan sorup soruşturmuş, hakkında epeyce bilgi toplamıştım. Akseki’ye
bağlı Dikmen Köyü sınırlarında kalan çukur 200 metre genişliğinde, 500 metre boyunda ve 160 metre derinliğinde…
Alanya – Manavgat karayolunun
Akseki yol ayrımından Toroslara doğru yöneliyoruz. Hava hala karanlık… Önce
Gençler’i, sonra Güçlüköy’ü geçiyor ve yedi kilometre sonra ulaştığımız
Murtiçi’nin fırınında mola veriyoruz. Yanımızda getirdiğimiz peynir, zeytin,
domates ve üzümden oluşan sabah kahvaltısını, fırından aldığımız sıcak
ekmeklerle ve fırın çalışanlarının piknik tüpü üzerinde demlediği, hafif acımış
çayla birlikte yapıyoruz. Gün ağarmaya başladığında, köyün ilk açılan
kasabından kuzu eti, bakkalından da eksiklerimizi alıp yolumuza devam ediyoruz.
8 kilometre ileride
Cemerler yol ayrımından asfalt yola sapıyoruz. “Sağa mı, sola mı?” “Sağdan
sünnettir!” derken, yanlış yola girmişiz. Saat sabahın yedisi… Küçük bir köyün
ortasında buluyoruz kendimizi. İn-cin top oynuyor. İlginçtir, bir köpek bile
havlamıyor! Bayraklarla süslenmiş bir bahçe ilişiyor gözümüze. Kapısında Kültür
Park yazıyor. İçeri giriyoruz. Parktaki kamelyanın köşesinde bir sepet ve
sepetin içinde iki gün öncesine ait gazeteler var. Bir yerlerden sesler
geliyor. Oraya doğru yöneliyor ve kapıdaki zile basıyoruz. Kapıya gelen yaşlı
köylüden buranın Sadıklar Köyü olduğunu öğreniyoruz. Dün sünnet şöleni varmış
köyde. Onun için süslemişler parkı. Yolumuzu öğrenip teşekkür ediyor ve
ayrılıyoruz.
7 kilometre sonra Dikmen Köyü’ne varıyoruz. Her
iki köyde de üstü beton, geniş kuyular ilgimizi çekiyor. İneklerini sulayan ve
muhtar olduğunu daha sonra öğrendiğimiz köylüden bize bir rehber bulmasını
istiyoruz. “Davar gütmeye giden üç- beş çocuktan başka kimse size yardım
edemez. Gerisi yaşlı ve kadın” diyor. Köyün orta yerinde rastladığımız Hüseyin
Amca 70 yaşlarında… Dişlerindeki eksiklikten mi, yoksa yılların yorgunluğundan
mıdır bilinmez, konuştuklarını tam anlamakta zorlanıyoruz. Eskiden bu dağlarda
davar güttüğünden falan söz ediyor. Ağır aksak önümüzden yürüyerek, köyün
dışında bir yere varıyoruz. Bu noktadan çukura 1 – 1,5 saatlik yol olduğunu ve
nereden, nasıl gidileceğini bize tarif ediyor.
Köy 900 metre, Kayaağıl
Çukuru’nun yüzeyi ise bin 400 rakımında… Kuş uçuşu 2 – 2,5 kilometrelik yolumuz
var. Sonunda başlıyoruz yokuş yukarı yürümeye. İlk bir saat içinde öyle
yoruluyoruz ki, her beş–on dakikada bir soluklanıyoruz. Yolun izi mizi belli
değil! Ufuktaki dağ zirvesini kendimize nirengi noktası olarak almış, öylece
yürüyoruz. Domuzların ayak izlerini takip etmek işimizi kolaylaştırıyor.
Köyden ayrılalı 1,5 saati
bulmuşken, en öndeki arkadaşımızın çığlığı ile irkiliyoruz: “Olmaz böyle bir
şey! Haarika…!” 160 metre
derinliğindeki çukurun, insanın içini ürperten sarp kenarlarına kadar varıp da
aynı duygu seline kapılmayanımız yok! Burada daha önceleri bir yeraltı nehri
akıyormuş. Kireçtaşından oluşmuş olan dağ zamanla içeriden yavaş yavaş erimiş,
üzerindeki ağır kütleyi taşıyamaz olmuş ve günün birinde çökmüş. Çukurun
hikayesi böyle… Kış aylarında tipiden ve soğuktan kaçan dağ keçilerinin
sığınağı olan çukura Tekeağılı da deniyor. Çukurun tabanında katran, göknar,
ardıç ve meşe türü ağaçlar görülüyor.
Çukurun yanında bir saatten fazla
oyalanmışız. Artık dönüş zamanı. Güneş tam tepemizde duruyor. Biraz
zorlanıyoruz. Makilikler arasında yol bulmak ve yürümek kolay olmuyor. Andız
ağaçları yörenin simgesi gibi… Köye döndüğümüzde Hüseyin Amca karşılıyor bizi.
Kuyu suyuyla serinleyip biraz hoş beş ediyor ve köyden ayrılıyoruz.
Mide, basur ve mayasıla iyi
geldiği söylenen andız pekmezinden birkaç şişe alıp Murtiçi’nin güneyinden
batıya ayrılan yolu takip ederek, Değirmen piknik yerine varıyoruz. Yorulan
ayaklarımızı Karpuz Çayı’nın kollarından biri olan derenin suyuna
daldırdığımızda, alabalık yavrusu olduğunu zannettiğimiz, 2 – 3 santimetrelik
onlarca balık ayaklarımıza küçük ısırıklar atıyor, sürü halinde adeta masaj
yapıyorlar.