17 Haziran 2022 Cuma

Kayaağıl Çukuru Sinan SEYDİOĞULLARI

 

Kayaağıl Çukuru

                        Sinan SEYDİOĞULLARI

                                                   

                                              

 * Bu yazı ilk defa Eylül 2003'te Alanya Vizyon Dergisi'nde yayınlanmıştır.

          Temmuz – ağustos aylarını yaylada geçirmeli derler. Madem öyle, biz de ağustos sıcağından kaçmak için sabah saat 4’te yola koyuluyoruz. Hedef noktamız Kayaağıl Çukuru…

               Dört beş yıl önce bir ansiklopedide rastlamıştım ona. Sonra haritalardan ve yöreyi iyi bilen avcılardan sorup soruşturmuş, hakkında epeyce bilgi toplamıştım. Akseki’ye bağlı Dikmen Köyü sınırlarında kalan çukur 200 metre genişliğinde, 500 metre boyunda ve 160 metre derinliğinde…

              Alanya – Manavgat karayolunun Akseki yol ayrımından Toroslara doğru yöneliyoruz. Hava hala karanlık… Önce Gençler’i, sonra Güçlüköy’ü geçiyor ve yedi kilometre sonra ulaştığımız Murtiçi’nin fırınında mola veriyoruz. Yanımızda getirdiğimiz peynir, zeytin, domates ve üzümden oluşan sabah kahvaltısını, fırından aldığımız sıcak ekmeklerle ve fırın çalışanlarının piknik tüpü üzerinde demlediği, hafif acımış çayla birlikte yapıyoruz. Gün ağarmaya başladığında, köyün ilk açılan kasabından kuzu eti, bakkalından da eksiklerimizi alıp yolumuza devam ediyoruz.

              8 kilometre ileride Cemerler yol ayrımından asfalt yola sapıyoruz. “Sağa mı, sola mı?” “Sağdan sünnettir!” derken, yanlış yola girmişiz. Saat sabahın yedisi… Küçük bir köyün ortasında buluyoruz kendimizi. İn-cin top oynuyor. İlginçtir, bir köpek bile havlamıyor! Bayraklarla süslenmiş bir bahçe ilişiyor gözümüze. Kapısında Kültür Park yazıyor. İçeri giriyoruz. Parktaki kamelyanın köşesinde bir sepet ve sepetin içinde iki gün öncesine ait gazeteler var. Bir yerlerden sesler geliyor. Oraya doğru yöneliyor ve kapıdaki zile basıyoruz. Kapıya gelen yaşlı köylüden buranın Sadıklar Köyü olduğunu öğreniyoruz. Dün sünnet şöleni varmış köyde. Onun için süslemişler parkı. Yolumuzu öğrenip teşekkür ediyor ve ayrılıyoruz.

              7 kilometre sonra Dikmen Köyü’ne varıyoruz. Her iki köyde de üstü beton, geniş kuyular ilgimizi çekiyor. İneklerini sulayan ve muhtar olduğunu daha sonra öğrendiğimiz köylüden bize bir rehber bulmasını istiyoruz. “Davar gütmeye giden üç- beş çocuktan başka kimse size yardım edemez. Gerisi yaşlı ve kadın” diyor. Köyün orta yerinde rastladığımız Hüseyin Amca 70 yaşlarında… Dişlerindeki eksiklikten mi, yoksa yılların yorgunluğundan mıdır bilinmez, konuştuklarını tam anlamakta zorlanıyoruz. Eskiden bu dağlarda davar güttüğünden falan söz ediyor. Ağır aksak önümüzden yürüyerek, köyün dışında bir yere varıyoruz. Bu noktadan çukura 1 – 1,5 saatlik yol olduğunu ve nereden, nasıl gidileceğini bize tarif ediyor.

              Köy 900 metre, Kayaağıl Çukuru’nun yüzeyi ise bin 400 rakımında… Kuş uçuşu 2 – 2,5 kilometrelik yolumuz var. Sonunda başlıyoruz yokuş yukarı yürümeye. İlk bir saat içinde öyle yoruluyoruz ki, her beş–on dakikada bir soluklanıyoruz. Yolun izi mizi belli değil! Ufuktaki dağ zirvesini kendimize nirengi noktası olarak almış, öylece yürüyoruz. Domuzların ayak izlerini takip etmek işimizi kolaylaştırıyor.

              Köyden ayrılalı 1,5 saati bulmuşken, en öndeki arkadaşımızın çığlığı ile irkiliyoruz: “Olmaz böyle bir şey! Haarika…!” 160 metre derinliğindeki çukurun, insanın içini ürperten sarp kenarlarına kadar varıp da aynı duygu seline kapılmayanımız yok! Burada daha önceleri bir yeraltı nehri akıyormuş. Kireçtaşından oluşmuş olan dağ zamanla içeriden yavaş yavaş erimiş, üzerindeki ağır kütleyi taşıyamaz olmuş ve günün birinde çökmüş. Çukurun hikayesi böyle… Kış aylarında tipiden ve soğuktan kaçan dağ keçilerinin sığınağı olan çukura Tekeağılı da deniyor. Çukurun tabanında katran, göknar, ardıç ve meşe türü ağaçlar görülüyor.

 

              Çukurun yanında bir saatten fazla oyalanmışız. Artık dönüş zamanı. Güneş tam tepemizde duruyor. Biraz zorlanıyoruz. Makilikler arasında yol bulmak ve yürümek kolay olmuyor. Andız ağaçları yörenin simgesi gibi… Köye döndüğümüzde Hüseyin Amca karşılıyor bizi. Kuyu suyuyla serinleyip biraz hoş beş ediyor ve köyden ayrılıyoruz.

               Mide, basur ve mayasıla iyi geldiği söylenen andız pekmezinden birkaç şişe alıp Murtiçi’nin güneyinden batıya ayrılan yolu takip ederek, Değirmen piknik yerine varıyoruz. Yorulan ayaklarımızı Karpuz Çayı’nın kollarından biri olan derenin suyuna daldırdığımızda, alabalık yavrusu olduğunu zannettiğimiz, 2 – 3 santimetrelik onlarca balık ayaklarımıza küçük ısırıklar atıyor, sürü halinde adeta masaj yapıyorlar.