16 Mart 2013 Cumartesi

Nevruz 𐰤𐰀𐰋𐰺𐰆𐰔 Sinan SEYDİOĞULLARI

NEVRUZ 𐰤𐰀𐰋𐰺𐰆𐰔


Sinan SEYDİOĞULLARI


Yeni gün demektir. Baharın gelişini ve tabiatın uyanışını simgeler. Sembolü yeşermiş buğdaydır. 

 

Aynı zamanda gece ile gündüzün eşitlendiği gün olan 21 Mart, Orta Asya’dan Balkanlar'a kadar uzanan bölgede, Sümerlerden beri coşkulu törenlerle kutlanır. 

 

Mart dokuzu ya da sultan nevruz da denilen günde şenlikler yapılır, yenilir, içilir ve niyetler tutulur. Su serpme ve ateş üzerinden atlama geleneği, kötülüklerden temizlenme amacını taşır. Gök Tanrı inancında, okunmuş su ilaç gibi içilir ve onunla banyo yapılır. Ateş ise insanları her beladan korur. 


 

Divanı Lügatit Türk’te baharın gelişi, doğadaki değişiklik ve canlanma yeryüzüne ipek kumaştan döşek serilmesi, dünyanın nefesinin ısınması, yağmur tanelerinin saçılmasıyla inci, mercan çiçeklerinin açması şeklinde yorumlanır. 

 

Demircilik mesleğini kutsamak adına bir demir parçası ateşte kızdırılır ve örse konarak, çekiçle dövülür. Eski Türkler demiri ulu ve kutsal sayar, “gök girsin kızıl çıksın” diyerek, kılıç üzerine yemin ederlerdi. Türklerde Ergenekon’dan çıkılan gün nevruz olarak kabul edilir ve Ergenekon Destanı olarak anlatılır: Düşmanları ile yaptıkları savaşı kaybeden Göktürk Kağanı ve yeğeni, eşleri ile birlikte tutsak düşer.

 

Bir süre sonra düşmanın elinden kaçar ve buldukları sürüleri ile kendilerine güvenli bir yurt ararlar. Bir kurdun ayak izlerinin peşinden giderek, geldikleri yoldan başka geçidi olmayan yemyeşil bir yer bulur ve buraya Ergenekon adını verirler. Sarp geçit anlamına gelen Ergenekon, özlemi çekilen cennet anlamında da kullanılır.

 

400 yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğalırlar ki, artık Ergenekon’a sığmaz olurlar ve buradan çıkmaya karar verirler. Bir demirci dağda demir madeni olduğunu, dağın ateşe verilerek yolun açılabileceğini söyler. Bunun üzerine dağın çevresine odun ve kömür yığarak, yetmiş büyük körükle tutuşmasını sağlarlar. Böylece dağ erir ve Göktürkler Ergenekon’dan çıkar, adeta yeniden doğar ve eski yurtlarına yeniden egemen olurlar.

 

Altaylar’ın yan yana duran üç doruğuna birden ÜÇ SÜMER denir. Aslında, Ergenekon Sümerlerin Altaylar'dan çıkış yeridir. Göktürkler atalarını destanlaştırmıştır. 


Eski Türkler, yay adını verdikleri ilkbahar mevsiminde koyun veya kısrak sütünü bulgurla karıştırıp lapa yaparak, Gök Tanrı Ülgen’in insanlara hayat vermek ve onları kötülüklerden korumak için görevlendirip yeryüzüne gönderdiği kutsal ruh Yayık adına yere saçarlardı. 

 

Yayık kaldırma denilen bu törenle hoşluk ve iyilik dilenirdi. Kutsal ruh Yayık’ın, göğün üçüncü katında bulunan Ak-Göl’den aldığı sütü, yeni doğan bebeklere damla damla dağıttığına ve Gök Tanrı Ülgen’in, Yayık aracılığıyla sütün bir kap içinde çalkalanıp dövülerek tereyağı yapılmasını insanlara öğrettiğine inanılır. Anadolu köyleri ve yaylalarında, tereyağı elde etmede kullanılan yayıklar adını buradan alır.


     NEVRUZ/YENİ GÜN KUTLU OLSUN                           𐰤𐰀𐰋𐰺𐰆𐰔 𐰸𐰆𐱃𐰞𐰆 𐰆𐰞𐰽𐰆𐰣





 

9 Mart 2013 Cumartesi

Taşkent ve Taşkent "Güzeller Diyarı" Sinan SEYDİOĞULLARI


Taşkent ve Taşkent

“Güzeller Diyarı”
                               “Taşkent’e birlikte yolculuk yaptığım kayınpederim merhum Mehmet Taşdemir’in anısına”     
                                                                         Sinan SEYDİOĞULLARI
Yazı, Harita ve Fotoğraflar

              Tarihi kaynaklarda, Orta Asya’dan genellikle Türkistan diye söz edilir. Özbeklere ise dağlı denir. Özbek, kendi kendine beg (bey) demektir. Devlet otoritesine karşı gelen ve “öyle ise biz kendi kendimize bir bey seçeriz” deyip ayrılan Türk halklarına Özbek adı verilmiştir.

              Türkler ve Kuzey kavimleri Yafes’in soyundan gelirler. Tarihte bütün güzellerin Nuh peygamberin oğlu Yafes’in soyundan geldiği söylenir. Orta Asya’da, “Semerkant’ın güzelleri Buhara’nınkilerden, Taşkent’in güzelleri de Semerkant’ın güzellerinden daha güzeldir” derler. Bu Taşkent, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden biri olan Özbekistan’ın başkentidir. Önemli ticaret yollarının üzerinde bulunan Taşkent, 2,5 milyonluk nüfusuyla Orta Asya’nın en büyük kentidir. Buhara ve Semerkant, Özbekistan’ın diğer önemli kentlerindendir. Bu üç kent tarih boyunca bilim merkezleri olmuştur. Orta Asya’daki medreselerde yetişen Horasan erenleri ya da pirleri Anadolu’ya göç eden Türk boylarına reislik yapmışlar, Anadolu’nun Türkleştirilip İslamlaştırılmasında önemli rol oynamışlardır.

              Anadolu’ya göç eden Türkmen ve Avşarların bir kısmı 1225-1250 yılları arasında, başlarında pirleri olduğu hadle şimdiki Taşkent civarına yerleştirilmiş ve başlarındaki pirlerinden dolayı buraya Pirlonda, daha sonra da Pirlerkondu denilmiştir.

              Dönem Sultan Alaeddin Keykubad’ın iktidarda olduğu dönemdir. Hikaye bu ya, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad (1192-1237) ile Alaiye (Alanya) Beyi arasında oluşan sınır anlaşmazlığını çözmek için elçiler şöyle bir anlaşmaya varır: Her iki kumandan da saraylarından, horoz ötümü vaktinde yola çıkacaklar ve karşılaştıkları yer sınır olacaktır. Gerek Selçuklu hükümdarı gerek Alanya Beyi birer elçilerini tam horoz ötümünde yola çıkılmasını kontrol etmek için karşılıklı olarak görevlendirirler. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın mihmandarı horozun erken ötmesini sağlamak için akşamdan horoza baharatlı ve acılı yiyecekler yedirir. Durum böyle olunca, horozu erkenden öten Alaeddin Keykubad alacakaranlıkta atlar atına düşer yola. Yağız at rüzgar misali bayırlar, tepeler aşar, yollar dürülür. Bir hayli yol alır. Sultan kan ter içinde kalır. Susuzluktan dudakları çatlamış, boğazı kurumuş haldedir. Bir yamaçta şırıl şırıl çağlayan bir pınar görür. Atını mahmuzlar varır pınar başına. Bir de ne görsün, bir dağ güzeli testisini doldurmakta…

              Sultan, “Bir su ver bacım” der. Kadın kim olduğunu bilmediği, kan ter içindeki yolcuyu şöyle bir süzer ve kalaylı, pırıl pırıl tasını doldurur. Sonra pınarı gölgeleyen çam dallarından bir tutam yaprak koparır, su dolu tasa serper ve öylece Sultan’a uzatır. Sultan tası alır, ama içindeki yapraklara bir anlam veremez. Suyu döker, tası geri uzatır. Güzel kadın tası buz gibi suyla doldurur, çam yapraklarını üzerine yine serper ve verir. Sultan kadına, “Niçin bu çam yapraklarını suyun üzerine serpiyorsun” diye sorar. “Yiğidim; hava sıcak, siz de terlisiniz. Çam yaprağı suya koku verir, hem siz birdenbire değil de süze süze içeceğiniz için soğuk su size dokunmaz” der. Sultan suyu kana kana içer ve kadına, “Adını bağışla bacım” der. Kadın başını öne eğer, utangaç bir tavırla, “Adım başkasına bağışlandı, sen kusurumu bana bağışla” der. Sultan, “Burası neresidir?” diye sorar. Kadın, “Pirlerkondu derler buraya. Köyümüz, şu yamacın ötesindedir” diye cevaplar. Alaeddin Keykubad, “Ben Anadolu sultanıyım. Dile benden ne dilersin” der. Dağ güzeli Yağız atın üzerinde heybetle duran bahadırın sultan olduğunu anlayınca şaşırır. Yerinden fırlar, atının gümüş üzengilerini öper. “Sultanım sağlığını dilerim” der. Alaeddin Keykubad ısrar edince, dileğini söyler: “Biz İçel’in pamuğunu eğirir, iplik yapar, bez dokur, pazarda satar, geçimimizi sağlarız. Bezlerimize damga vururlar. Bir top bezden tam üç akçe vergi alırlar. Ferman buyurun da almasınlar.” Alaeddin Keykubad, “Dileğin olacak, benim de niyazım odur ki; çamlarınız kurumasın, güzeliniz farımasın (güzelliğinden bir şey kaybetmesin), suyunuz ılımasın, bezinizden öşür akçe alınmasın” der. Bu iyi dileklerin sahibinin bir aksakal ya da bir pir olduğu da söylenir.

              Taşkent’e adı çok sonraları, 1930’da verilir. Hitit, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına yurtluk yapmış olan Torosların orta yerindeki Taşkent’te Çıbankayası Hitit kabartmaları, Karıcık-Kale, Dikmeninboyu, Anacak, Taşdibi, Asar, Örencik, Avuzeli, Moğollar gibi örenyerleri bulunur. Avuzeli, Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinden gelip buraya yerleşenlerin verdiği isimdir. Taşkent’te kışlar soğuk ve karlı, yazlar ılık ve kurak geçer. Konya iline bağlı olan kent, 1620 metre rakımlı olup 16 bin civarında bir nüfusa sahiptir. Alanya’dan Taşkent’e 110 kilometrelik bir yolla; Mahmutlar, Kuşyuvası Geçidi, Karapınar, Çayarası, Sarıveliler Yol Ayrımı, Cırlasun Köprüsü, Doğancı ve Çukuryurt Geçidi üzerinden ulaşılır. Katran ve ceviz ağaçlarıyla da ünlü Taşkent’te bir de Tabiat Anıtı vardır. Balcılar beldesindeki Ağıl Ardıç Ağacı Tabiat Anıtı 1000 yaşındadır. Taşkent’in suyu boldur. Mihrap, Keleş Ali ve Fakı pınarları, Sultanpınarı, Ballar ve Emirler çeşmeleri, Yeşil Vadi, Birağızlıca, Tatar Teknesi, Sıvat, Beyoluğu, Borbaşı, Borkoyağı, Sülümen, Damla, Soğukpınar gibi piknik ve dinlenme yerleri ve Yılancı Kayası Mağarası Taşkent’in doğal güzellikleri arasında yer alır.  

              Evliyalarıyla ünlü Taşkent’te Damla, Belen Dedesi (Çıban Ardıcı), Erenler, Arap Hoca, Süt Dedesi, Uzun Şıh Dedesi, Hacı Abdul Baki Hoca ve Mehmet Efendi türbeleri bulunur. Sultanpınarı Çeşmesi’nin yanından başlayan dik merdivenlerle Erenler Tepesi’ne çıkmak niyetindeyseniz, nefesinize ve dizlerinizin bağlarına güveniyor olmalısınız. Boğaz, Çibi ve İmirzalar köprüleri, tarihi mezarlık ve Uzun Şıh Camii görülmeye değer Türk eserleridir. Büyük Camii olarak da bilinen Uzun Şıh Camii, Taşkent ilçe merkezinde bulunur. 1517 yılında Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim (1470-1520) doğu seferine çıkmak üzereyken, ününü duyduğu Taşkentli medrese hocası Uzun Şıh’ı yanına çağırtır ve bu sefer hakkında ne düşündüğünü sorar. Uzun Şıh, “Padişahım, akşamın işini sabaha bırakma” diye yanıt verir. Çıktığı seferde, yaptığı ani baskınlarla savaşlar kazanan Sultan, dönüşünde Uzun Şıh’a bizzat verdiği parayla bu camiyi yaptırır. Taşkent merkezinde bulunan, tek minareli ve 300 m² taban alanlı cami ahşap direkleri, ağaç süslemeleri ve kalem işçiliğiyle ünlüdür.

              Yaşamın anlamının tarihte, güzelin gizeminin ise doğada bulunduğu söylenir. Türkistan ya da Türkiye fark etmiyor.