19 Mayıs 2018 Cumartesi

19 Mayıs 1919 ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk Sinan SEYDİOĞULLARI


19 Mayıs 1919 ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk

                                                                         Sinan SEYDİOĞULLARI

          15 Mayıs 1919 günü bir İngiliz savaş gemisinin korumasında İzmir Limanı'na giren Yunan gemileri şehirdeki Rumların sevinç gösterileri ile karşılandı. İzmir'e çıktığı gün 2000 kadar Türk'ü öldüren Yunan ordusu Batı Anadolu'da ilerleyip Manisa, Salihli, Denizli ve çevresini işgal etti. Anadolu halkı, kendini savunmak için yerel direniş örgütleri kurmaya başladı. İstanbul'daki Rum Patrikhanesi ile Samsun'daki Rum Metropolitliği Trabzon, Amasya, Samsun, Sinop ve Karahisar bölgelerinde bağımsız bir Pontus Rum Cumhuriyeti kurmak için ayaklanma hazırlıkları yapıyordu. İttihatçı Kara Vasıf (1880-1931) ve Kara Kemal (ö.1926) önderliğinde kurulan Karakol Cemiyeti adlı Türk gizli örgütü, İstanbul'dan Anadolu'ya silah ve insan kaçırıyordu. Çanakkale muharebelerinde Anafartalar kahramanı olarak öne çıkan Mustafa Kemal Paşa, arkadaşlarıyla birlikte Ayyıldız Komitesi'ni kurup, Osmanlı Hükümeti'ni ele geçirmeyi planladı, ancak bunu başaramayınca, direnişi örgütlemek üzere Anadolu'ya geçiş kararı aldı. Samsun'a gitmeden önce padişahın huzuruna çıktı.
 
          Osmanlı Padişahı Sultan Vahidettin (1861-1926), veliaht iken Almanya’ya yapmış olduğu seyahate askeri danışman olarak katılan ordu komutanı Mustafa Kemal’e Boğaziçi'nde bulunan İngiliz donanmasının saraya yönelik toplarını göstererek, şunları söyledi: "Görüyorsun... Ben artık memleket ve milletin nasıl kurtarılması gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum... İnşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni ve gerekse kendisini kurtarır." “Paşa! Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden önemli olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!...”

          19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa geniş bir kurmay kadrosuyla birlikte Samsun'a çıkarken, Osmanlı Sadrazamı (Başbakanı) Damat Ferit Paşa ve Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal'in de içinde yer aldığı bir grup 23 Mayıs 1919'da İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyeti'ni kurdu. Anadolu'ya geçen M. Kemal'in gerçek amacı, Fevzi Paşa'nın anılarında belirttiği gibi, hükümet şeklini değiştirmek ve cumhuriyeti gerçekleştirmekti. M. Kemal'in çevresinde bulunanların çoğu, saltanat ve hilafet yanlısıydı. Bu nedenle M. Kemal önceleri saltanat ve hilafet taraftarı olarak göründü. 

          
1919 Haziran sonlarında Osmanlı Hükümeti İngilizlerin talebi üzerine, M. Kemal Paşa'yı bir telgraf emriyle İstanbul'a geri çağırdı. Dönmeyince, 6 Temmuz günlü padişah emriyle, ordu müfettişliğinden alınan Mustafa Kemal, 8 Temmuz 1919'da ordudan istifa etti. 9 Temmuz'da Erzurum'da Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret eden, Mondros Mütarekesi koşullarını gözetmek ve yürütmekle görevli İngiliz Albay Rawlingson, kongrenin zor kullanıp, dağıtılacağını söyledi. Bunun üzerine aldığı cevap; "Kuvvete kuvvetle karşı koyarız" oldu. Doğu Anadolu ve Trabzon'daki yerel direniş örgütleri, itilaf devletlerinin doğudaki altı vilayeti Ermenilere verme ve Doğu Karadeniz'de bir Pontus devleti kurma planları karşısında, bir araya gelme kararı aldı. Osmanlı Hükümeti, kongreyi yönetenlerin tümünü suçlu kabul etti ve tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesini bildirdi.
 
          Rauf Orbay anılarında Kazım Karabekir'in Temmuz 1919'da kendisine, "Her cephede vuruşmakla başlayıp, genel bir zaferle sona erecek olan bu memleketi kurtarma davasında, bize komuta etmek yetki ve gücüne sahip olan tek kişi Mustafa Kemal Paşa'dır" dediğini yazar. 

          Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hedefinde tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlığa ulaşmak vardır. Bağnazlığa, dini baskı ve sömürüye, aynı zamanda Batı’ya sığınmak ve Batılı olmak fikrine karşıdır. Türk milletinin, asıl mayası olan Doğu kültüründen tamamıyla soyutlanmaması gerektiğini savunur. 

          Amerikalı bir gazetecinin sorusu üzerine, “Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir” diyen ve yabancı şirketlerin yönetiminde olan madenleri, limanları ve demiryollarını millileştiren Atatürk şöyle söyler: “Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.” “Milletimizde önce bir emel, bir karakter, bir ruh yaratmak Allah’tan ve Medinei Münevvere’de yatan Cenabı Peygamber’den sonra bize düşüyor.”

          Hayatta tam zevk ve mutluluğun, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı ve mutluluğu için çalışmakta bulunabileceğini söyleyen M. Kemal Atatürk’ün, 1930 yılında Antalya’ya yaptığı bir gezi sırasında yaverine söylediği şu sözleri, vasiyet olarak değerlendirilebilir: “Uzun yıllar, hatta asırlarca dünyanın gidişinden habersiz, bir takım bilinçsiz yöneticilerin elinde kalan bu cennet ülke, düşe düşe şu acınacak hale düşmüş... Büyük işleri yapmaya doğuştan hazırlıklı olan zavallı halkımız ise kendisine kutsal inanç şeklinde aşılanan bir sürü batıl görüş ve inanışın etkisi altında uyumuş kalmış... Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın belleğinde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunanlardan bekleme alışkanlığı. İşte bu düşünceyle, herkes kadere boyun eğme ve büyük bir gevşeklik içinde, bütün iyilikleri bir kişiden, yani şimdi benden bekliyor. Ama sonuçta ben de bir insanım be birader, kutsal bir gücüm yoktur ki... Bütün bu sorunların, bütün gereksinimlerin giderilmesi, her şeyden önce, alışılmış olandan çok başka koşullar altında yetişmiş, bilgili, geniş düşünceli, engelleri yenme kararında olan, özveride bulunabilen ve uzmanlaşmış adam sorunudur; sonra da zaman ve olanak sorunu. Bu bakımdan, öncelikle kafaları ve vicdanları eski, geri, uyuşturucu düşünce ve inançlardan temizleyeceksin; işleri ülkücü ve enerjik insanlardan oluşmuş, düzenli, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet mekanizması kuracaksın; sonra bu mekanizma halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, işleyecek, böylece ülke ileriye, refaha doğru yol alacak. Başka çaremiz yoktur. İleri milletler seviyesine erişmek işini bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da olanaksızdır... Durumumuzu bilmekle beraber, cesaretimizi yitirmemeli; umut ve heyecan içinde yolumuza devam etmeliyiz.”