19
Mayıs 1919 ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Sinan SEYDİOĞULLARI
15 Mayıs 1919 günü bir İngiliz savaş
gemisinin korumasında İzmir Limanı'na giren Yunan gemileri şehirdeki Rumların
sevinç gösterileri ile karşılandı. İzmir'e çıktığı gün 2000 kadar Türk'ü
öldüren Yunan ordusu Batı Anadolu'da ilerleyip Manisa, Salihli, Denizli ve
çevresini işgal etti. Anadolu halkı, kendini savunmak için yerel direniş
örgütleri kurmaya başladı. İstanbul'daki Rum Patrikhanesi ile Samsun'daki Rum
Metropolitliği Trabzon, Amasya, Samsun, Sinop ve Karahisar bölgelerinde
bağımsız bir Pontus Rum Cumhuriyeti kurmak için ayaklanma hazırlıkları
yapıyordu. İttihatçı Kara Vasıf (1880-1931) ve Kara Kemal (ö.1926) önderliğinde
kurulan Karakol Cemiyeti adlı Türk gizli örgütü, İstanbul'dan Anadolu'ya silah
ve insan kaçırıyordu. Çanakkale muharebelerinde Anafartalar kahramanı olarak
öne çıkan Mustafa Kemal Paşa, arkadaşlarıyla birlikte Ayyıldız Komitesi'ni
kurup, Osmanlı Hükümeti'ni ele geçirmeyi planladı, ancak bunu başaramayınca, direnişi
örgütlemek üzere Anadolu'ya geçiş kararı aldı. Samsun'a gitmeden önce padişahın
huzuruna çıktı.
Osmanlı Padişahı Sultan Vahidettin
(1861-1926), veliaht iken Almanya’ya yapmış olduğu seyahate askeri danışman
olarak katılan ordu komutanı Mustafa Kemal’e Boğaziçi'nde bulunan İngiliz
donanmasının saraya yönelik toplarını göstererek, şunları söyledi: "Görüyorsun... Ben artık memleket ve
milletin nasıl kurtarılması gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum...
İnşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni ve gerekse
kendisini kurtarır." “Paşa!
Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık tarihe
geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden önemli
olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!...”
19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa geniş bir kurmay
kadrosuyla birlikte Samsun'a çıkarken, Osmanlı Sadrazamı (Başbakanı) Damat Ferit
Paşa ve Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal'in de içinde yer aldığı bir
grup 23 Mayıs 1919'da İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyeti'ni kurdu. Anadolu'ya
geçen M. Kemal'in gerçek amacı, Fevzi Paşa'nın anılarında belirttiği gibi,
hükümet şeklini değiştirmek ve cumhuriyeti gerçekleştirmekti. M. Kemal'in
çevresinde bulunanların çoğu, saltanat ve hilafet yanlısıydı. Bu nedenle M. Kemal
önceleri saltanat ve hilafet taraftarı olarak göründü.
1919 Haziran sonlarında Osmanlı
Hükümeti İngilizlerin talebi üzerine, M. Kemal Paşa'yı bir telgraf emriyle
İstanbul'a geri çağırdı. Dönmeyince, 6 Temmuz günlü padişah emriyle, ordu
müfettişliğinden alınan Mustafa Kemal, 8 Temmuz 1919'da ordudan istifa etti. 9
Temmuz'da Erzurum'da Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret eden, Mondros Mütarekesi
koşullarını gözetmek ve yürütmekle görevli İngiliz Albay Rawlingson, kongrenin
zor kullanıp, dağıtılacağını söyledi. Bunun üzerine aldığı cevap; "Kuvvete kuvvetle karşı koyarız"
oldu. Doğu Anadolu ve Trabzon'daki yerel direniş örgütleri, itilaf
devletlerinin doğudaki altı vilayeti Ermenilere verme ve Doğu Karadeniz'de bir
Pontus devleti kurma planları karşısında, bir araya gelme kararı aldı. Osmanlı Hükümeti, kongreyi yönetenlerin tümünü suçlu kabul etti ve tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesini bildirdi.
Rauf Orbay anılarında Kazım
Karabekir'in Temmuz 1919'da kendisine, "Her
cephede vuruşmakla başlayıp, genel bir zaferle sona erecek olan bu memleketi
kurtarma davasında, bize komuta etmek yetki ve gücüne sahip olan tek kişi
Mustafa Kemal Paşa'dır" dediğini yazar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hedefinde
tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlığa ulaşmak vardır. Bağnazlığa, dini baskı ve
sömürüye, aynı zamanda Batı’ya sığınmak ve Batılı olmak fikrine karşıdır. Türk
milletinin, asıl mayası olan Doğu kültüründen tamamıyla soyutlanmaması
gerektiğini savunur.
Amerikalı bir gazetecinin sorusu
üzerine, “Türkiye bir maymun değildir ve
hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de
Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir” diyen ve yabancı şirketlerin
yönetiminde olan madenleri, limanları ve demiryollarını millileştiren Atatürk
şöyle söyler: “Yabancı bir devletin
güdümüne girmeyi istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü,
uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten
düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı yönetici getirmeleri hiç
düşünülemez.” “Milletimizde önce bir
emel, bir karakter, bir ruh yaratmak Allah’tan ve Medinei Münevvere’de yatan
Cenabı Peygamber’den sonra bize düşüyor.”
Hayatta tam zevk ve mutluluğun, ancak
gelecek nesillerin şerefi, varlığı ve mutluluğu için çalışmakta
bulunabileceğini söyleyen M. Kemal Atatürk’ün, 1930 yılında Antalya’ya yaptığı
bir gezi sırasında yaverine söylediği şu sözleri, vasiyet olarak
değerlendirilebilir: “Uzun yıllar, hatta
asırlarca dünyanın gidişinden habersiz, bir takım bilinçsiz yöneticilerin
elinde kalan bu cennet ülke, düşe düşe şu acınacak hale düşmüş... Büyük işleri
yapmaya doğuştan hazırlıklı olan zavallı halkımız ise kendisine kutsal inanç
şeklinde aşılanan bir sürü batıl görüş ve inanışın etkisi altında uyumuş
kalmış... Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın
belleğinde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunanlardan bekleme
alışkanlığı. İşte bu düşünceyle, herkes kadere boyun eğme ve büyük bir gevşeklik
içinde, bütün iyilikleri bir kişiden, yani şimdi benden bekliyor. Ama sonuçta
ben de bir insanım be birader, kutsal bir gücüm yoktur ki... Bütün bu
sorunların, bütün gereksinimlerin giderilmesi, her şeyden önce, alışılmış
olandan çok başka koşullar altında yetişmiş, bilgili, geniş düşünceli,
engelleri yenme kararında olan, özveride bulunabilen ve uzmanlaşmış adam
sorunudur; sonra da zaman ve olanak sorunu. Bu bakımdan, öncelikle kafaları ve
vicdanları eski, geri, uyuşturucu düşünce ve inançlardan temizleyeceksin;
işleri ülkücü ve enerjik insanlardan oluşmuş, düzenli, her parçası yerli
yerinde, modern bir devlet mekanizması kuracaksın; sonra bu mekanizma halkın
başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, işleyecek, böylece ülke ileriye,
refaha doğru yol alacak. Başka çaremiz yoktur. İleri milletler seviyesine
erişmek işini bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da
olanaksızdır... Durumumuzu bilmekle beraber, cesaretimizi yitirmemeli; umut ve
heyecan içinde yolumuza devam etmeliyiz.”