17 Aralık 2020 Perşembe

Türkiye Nasıl Bağımlı Hale Getirildi? I Sinan SEYDİOĞULLARI

                         Türkiye Nasıl Bağımlı Hale Getirildi? I

                                                                                                                     Sinan SEYDİOĞULLARI

 

İnönü'yle birlikte, Atatürk'ün milliyetçi politikalarının yerini hümanizma ve Avrupalılaşmak hayali aldı. 1939 yazında yapılan anlaşmayla Milli Eğitim İngilizlere teslim edildi. Hasta yatağında bile Atatürk'ün üstüne titrediği Türk Tarih Tezi terk edildi. 

Batı'yı benimsemek için Batı uygarlığının bütün geçmişini incelemek, öğrenmek ve kavramak gerektiğini belirten edebiyatçı Nurullah Ataç (1898-1957), "...İş Batı kafasını, Avrupalı kafasını edinmekte. Avrupalılar bugünkü kafaya, bugünkü uygarlığa, düşünceye Yunancayı, Latinceyi öğrenerek ermişler, eğitimlerinin temeli o diller olmuş. Demek büyük bir güç var o dillerde" diyordu. 

                Azra Erhat ise Türk Dili Dergisi’nde yayınlanan yazısında Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı'dan yaptığı bir alıntıda, "Yunan Mucizesi yüzyıllardan bu yana Batı biliminin sandığı gibi Yunanistan’dan -kendi deyimiyle Helenistan’dan- doğmuş değildir, Yunan Mucizesi diye bir şey yoktur, Ege Mucizesi vardır. Felsefe burada doğmuş gelişmiştir ve o, Hellenistan’a göçtüğü zaman arılığını ve yararlılığını yitirmiştir." diyerek buna karşı çıkıyordu.  

                Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel döneminde eski Yunan, Bizans, Hristiyan ve Latin eserlerine daha çok önem verildi, liselerde Latince dersleri okutuldu. 

            Nuri Demirağ Fabrikası'nda montaj üretimi yapılan 10 Nu D-36 uçağının motorunun ve maksimum uçuş tavanının sözleşmedeki değerlerin altında olduğu gerekçesiyle THK siparişini ve sözleşmeyi 1 Mart 1939'da iptal etti ve teminata el koydu. 11 Mart 1941'de onaylanan "Ödünç Verme ve Kiralama Yasası" kapsamında ABD, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bazı ülkelere, İngiltere üzerinden askeri malzeme yardımı yapmaya başladı. THK tarafından kabul edilmeyen Nu D-36 uçakları Gök Okulu pilotlarının eğitiminde kullanıldı ve 16 bin saat uçuş yaptı. Gök Okulu’ndan 290 pilot mezun oldu. 

               Milli Savunma Bakanlığı kurulması planlanan motor fabrikası ile ilgili olarak 1 Aralık 1941'de Başbakanlığa gönderdiği bir yazıda beygirlik motorlar yerine savaş uçaklarında kullanılabilecek olan daha güçlü motorların geliştirilmesini savundu, ancak bunun için İngiltere ve ABD'de sürdürülen girişimlerden bir sonuç alınamadı ve dönemin koşulları içerisinde motor fabrikası kurulmasının mümkün olmayacağı göz önünde bulundurularak, fabrika projesi rafa kaldırıldı. 1941-1942 yıllarında 70 adet İngiliz Miles Magister uçağı hazır alım olarak TSK envanterine girdi. KTF'de 1942'de, lisans hakkı satın alınarak 21 adet İngiliz Miles M.14 Magister okul başlangıç eğitim uçağı üretildi. 1942'de İngiliz Miles M.14 Magister okul başlangıç eğitim uçaklarının lisans hakkı THK Etimesgut Uçak Fabrikası için tekrar satın alındı ve üretimi sürdürüldü.

                Atatürk'ün liselerde okuttuğu 4 (dört) ciltlik Tarih dersi kitabının ilk üç cildi 1942, dördüncü cildi ise 1945 yılında müfredattan kaldırıldı. 

           1942'de Ankara Hükümeti, Alman ilerlemesiyle Türkçülük söylemlerini tercih etti: Kafkaslara ve Orta Asya’ya dağılmış Türk ırkını bir araya getirmek için, Türkiye’nin Nazi Almanya’sıyla işbirliği yapması gerektiği görüşü yaygınlaştı. Hitler’i hicveden Diktatör filmi gösterime girdikten sonra, Charlie Chaplin ile yapılan bir söyleşiyi Türkçeye çevirerek 7 Aralık 1942 tarihinde yayınlayan Vatan Gazetesi Hükümet tarafından iki ay süreyle kapatıldı. 

              30-31 Ocak 1943'te İnönü-Churcill arasında Adana Yenice'de gerçekleştirilen görüşmelerde Türk ordusunun modernizasyonu konusunda anlaşmaya varıldı ve ayrıca Mısır'da konuşlanmış müttefik güçlerinin yararlanması için Adana bölgesi ve hava alanı ABD Hava Kuvvetleri ve istihbarat faaliyetleri için tahsis edildi. 

                      Eylül 1943'te İngiltere'den Bristol Blenheim Mk.V Bizley uçakları satın alındı; Nuri Demirağ'ın kabul edilmeyen Nu D-36 uçakları için açtığı dava, Yüksek Mühendis Mektebi profesörlerinden Necdet Eraslan, Feridun Arısan ve Hilmi İleri’den oluşan bilirkişi heyeti üretilen uçakların şartnamede belirtilen niteliklere sahip olduğunu tespit edip, rapora bağlamasına rağmen THK lehine sonuçlandı. Hükümet ayrıca Nu D-36 uçakları için İspanya, Irak ve İran'dan gelen siparişleri, uçakların yurt dışına satışını yasaklayarak engelledi. Nuri Demirağ Uçak Fabrikası'nda tasarlanan, Almanya’dan ithal edilen çift motoru dışında yerli olan, maksimum hızı 325 km/s, uçuş tavanı 5500 m olan, tam depo yakıtla 1000 km uçabilen, 3,5 saat havada kalabilen, 6 kişilik, yolcu ve bombardıman uçağı Nu D-38 uçağı Ekim 1943'te üretildi, test uçuşları başarıyla tamamlandı.

             ABD, 1941-1944 yılları arasında 11 Mart 1941 tarihli Ödünç Verme-Kiralama Kanunu kapsamında Türkiye’ye, 95 milyon dolarlık savaş malzemesi verdi. ABD ve İngiltere, Almanya’nın Türkiye'den satın aldığı afyon, krom, bakır, antimon, molibdenum, yün, pamuk, keten, kenevir gibi ürünleri öncelikli olarak satın alıp, Almanya’ya ekonomik alanda da savaş açtı. Yeterli silahı olmadığı için savaşa hazır olmadığını öne süren ve fiilen savaşa girmeyen Türkiye buna rağmen, iş gücünü silah altına almak zorunda kaldı ve bu nedenle tarımsal üretimi düştü. Savaşan iki tarafla da ticaretini sürdüren Türkiye baskılar ve bu şartlar karşısında Almanya'ya krom ihracatını yarıya düşürdü, Nisan 1944'te de durdurdu.

            Şakir Zümre Türk Sanayi Harbiye ve Medeniye Fabrikası, 1944 yılına kadar silah, bomba üretimiyle savunma sanayisine hizmet etti, ancak yeterli devlet desteği alamadığı için üretim sahasını değiştirerek döküm, soba gibi madeni eşya ve ziraat aletleri üretimine başladı.  

            İlk uçuşu 11 Şubat 1944 tarihinde yapılan İlk Türk yolcu uçağı Nu D-38, 26 Mayıs 1944 tarihinde İstanbul-Ankara seferine başladı. Dünya havacılığı yolcu uçakları A sınıfına alınan Nu D-38 uçağını incelemek üzere Amerikalılar Türkiye'ye geldi, ancak Devlet Hava Yolları uçakla ilgilenmedi. Hükümet İspanya, İran ve Irak’tan gelen talepler karşısında yurt dışına satışı yasakladı. Hava Kuvvetleri'nin elindeki uçakların onarımını yapmasına ve yakıt tankı gibi yedek parça üretmesine rağmen Nuri Demirağ Uçak Fabrikası 1944 yılında iflas etti. Yeşilköy’deki tesisler havaalanı yapılmak üzere kamulaştırıldı ve Gök Okulu kapatıldı. 

                1942-1945 yılları arasında Türkiye, İngiltere'den 57 bombardıman uçağı, Amerika'dan ise 24 adet PP-40D Kitty Hawk savaş uçağı ve 72 adet Martin Baltimore-187 bombardıman uçağı satın/hibe aldı. 23 Şubat 1945'te ABD'yle imzalanan, 1941 tarihli Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu'ndan Yararlanmak İçin Yapılan Antlaşma'nın 1. maddesinde, ABD'nin Türkiye'ye savunma maddele­ri, savunma hizmetleri ve bilgilerini vereceği, Türkiye'nin de ABD'ye ihtiyaç duyduğu maddeleri, hizmetleri, bilgileri ve kolaylıkları sağlayacağı karar altına alınıyor, antlaşmanın 5. maddesinde, "TC Hükümeti, ABD Başkanı'nca ta­yin edileceği üzere, şimdiki olağanüstü hal son bul­duğunda, iş bu antlaşmaya uygun olarak kendisine devredilmiş olan savunma maddelerinden, yok edil­memiş, kaybolmamış veya kullanılmamış olan veya ABD Başkanı tarafından ABD veya Ba­tı Yarım Küresi savunmasına elverişli olduğu veya ABD'nin başka bir şekilde işine yarayacağı tespit edilecek olanları, ABD'ye geri verecektir" deniyordu.

                    Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Almanya’nın 8 Mayıs’ta kesinleşen yenilgisinden birkaç gün sonra TBMM’de, "Dünya savaşının pek çok parlak sayfalarını Sovyetler yazmıştır ve yazılan her sayfada daima Stalin’in diri yüzü görülmektedir" dedi ve Bakanlar Kurulu 21 Mayıs’ta, Yalta Konferansı'nda Sovyetler Birliği'nden Avrupa'nın çeşitli yerlerine kaçan sığınmacıların geri verilmesi kararına uyduğunu göstermek için, Türkiye’ye karşı Kafkaslara konuşlandırılmış Sovyet ordu birliklerinden kaçarak Türkiye’ye sığınan ve üç yıldır Türkiye’de bulunan çoğu Türk uyruklu Sovyet vatandaşı 243 asker mültecinin kaçmaması için gerekirse elleri kelepçelenerek Sovyetler’e teslimine karar verdi. 

                Sovyetler Birliği 7 Haziran 1945'te, yeni bir dostluk antlaşması için Kars ve Ardahan'la birlikte boğazlarda üsler verilmesini ve Rusya ile Türkiye arasında bir antlaşma imzalanarak Montrö Sözleşmesi’nin değiştirilmesini istedi. Sovyetler Birliği, 18 Haziran 1945'te 3 isteğini de reddeden Türkiye’nin doğu sınırlarına asker kaydırmaya başladı; Bulgaristan'daki Sovyet ordusu ise hazırda bekliyordu. ABD, İngiltere'nin aksine Türkiye'ye Ruslarla anlaşmayı önerdi. 

                        11 Haziran 1945'te Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çıkarıldı. Kanun; arazileri 500 dönümü aşan toprak sahiplerinin yanı sıra kullanılmayan devlet arazilerini, dinî vakıf arazilerini, tarıma elverişli hale getirilmiş arazileri ve mülkiyeti belirsiz arazileri hedefliyordu. O sırada Türkiye'deki çiftliklerin %99,75'i 500 dönümden çok daha küçük, yalnızca %0,01'i 5000 dönümden büyüktü. Yaklaşık 3 milyon köylü ailesi geçimini sağlayacak topraktan yoksundu. Bunun neticesinde çoğu, geliri ve yaşam düzeyi düşük ortaklar haline gelmişti: Bir kentli zengin veya büyük toprak sahibi onlara tohum ve alet verir, karşılığında hasadın çeyreği ila yarısını alırdı. 

                        Türkiye'ye sığınan ve siyasi mülteci kapsamında olan, 243 asker sığınmacıdan 195'i ilk grup olarak, 50 kişilik muhafız birliği eşliğinde, Yozgat Yerköy’den Ermenistan sınırına kadar kapalı vagonlu trenle taşındı ve 6 Ağustos 1945 günü Akyaka (Kızılçakçak) Tiknis (Kalkankale) Köyü Türkiye-Ermenistan Kapısı'ndan Sovyetler'e iade edildi. Doğu Kapı Demiryolu Köprüsü olarak da bilinen sınır kapısından iade edilen, 146'sı Azerbaycan Türk'ü 195 asker sığınmacı hemen sınırda, Türk yetkililerin gözleri önünde Sovyet askerleri tarafından kurşuna dizildi ve tanklarla ezilerek katledildi. Bu olay nedeniyle diğer mülteciler iade edilmedi. 

                           Kazım Karabekir Paşa 20 Aralık 1945’te Sovyetlerin Kars ve Ardahan isteğiyle ilgili olarak TBMM’de yaptığı konuşmada; "... Kars yaylasına hakimiyet, Dicle ve Fırat boyunca Akdeniz ve Basra Körfezi'ne inen yolların tepesine hakim olmak demektir. Kars yaylası, oralara inecek olan büyük seli tutacak olan biricik settir. Oraya el saldırtmayız. Fakat şunu da bilmelidirler ki, Kars yaylası milli bel kemiğimizdir. Kırdırırsak yine yok oluruz. Eğer Ruslar yer istemekte ısrar ederse, hiç şüphe yok ki dövüşeceğiz" dedi.

                    1945 yılında, Devlet Demiryolları'nın (DDY) Ankara atölyesinde ürettiği iki zamanlı dizel motorları dinamo eklenerek istasyonların aydınlatılmasında ve su pompalarının çalıştırılmasında kullanıldı; Etimesgut Uçak Fabrikası'nda 30 adet daha İngiliz Miles Magister eğitim uçağı üretildi, demir-çelik tesisine öncelik verilmesi nedeniyle zaç yağı (sülfürik asit), süper fosfat ve klor alkali fabrikalarının açılışı ancak yapıldı; Kayseri Tayyare Fabrikası'nda uçak üretimi durduruldu; uçakların bakım, onarım ve revizyonları yapılmaya devam edildi; Türkiye'de ilk uçak lastiği üretiminin yapıldığı KTF'de ayrıca plastik, paraşüt, çinkograf atölyeleri ve bin civarında çalışan bulunuyordu. 

                      CHP'den ihraç edilen Adnan Menderes, Refik Koraltan, Mehmet Fuat Köprülü ve eski başbakan Celâl Bayar 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'yi kurdu.

                    Dünyanın değişik yerlerinde ABD'nin elinde kalan, kullanım fazlası malzeme ve donatımlardan satın almak ve faiziyle birlikte, on eşit taksitte ödemek koşuluyla, 27 Şubat 1946'da 10 milyon dolarlık kredi antlaşması imzalandı. Antlaşmanın 2.1. maddesinde, "...Türk Hükümeti tarafından malzemenin bulunduğu yerden ve bulunduğu gibi alınacaktır. Alınan malzemenin mülkiyeti Türkiye'ye geçmeyecek, ABD Hükümeti alınan malzeme için herhangi bir teminat vermeyecektir", 3. maddesinde ise, " ABD Hükümeti istediği takdirde Türkiye dışında veya içinde bulunan malzeme fazlalarından bir kısmını Türkiye'de satın almak istediği taşınmazlarla trampa etme imkanına sahip olacaktır" ve " ABD Hükümeti Türkiye'ye sattığı malzemenin kendisine lazım olduğu veya veriliş amacının dışında kulla­nıldığı gerekçesiyle her an geri almak imkanına sa­hiptir" hükümleri vardı.   

                         Türk Genelkurmay Başkanlığı 24 Nisan 1946 tarihinde tepkili motor sanayisinin kurulması (jet motoru fabrikası kurulması) gerektiğine yönelik detaylı bilgiler içeren bir raporu Başbakanlığa sundu. Mühendislerden oluşturulan bir kurulun İngiltere’de yaptığı incelemeler sonucunda tespit edilen verilere göre hazırlanan raporda; "...Gaz tribünlü motorların havacılıkta önemli bir devrim yapmış olduğu, bu yüzden motor tekniğinin ve genel olarak uçak sanayisinin bu gün tarihi bir dönüm noktasında bulunduğu, yakın bir tarihte pistonlu motorların, savaş uçaklarında kullanımının tamamıyla kalkacağı, İngiltere’de uçak motoru yapan beş firmanın da bu yeni motorları yapmakta oldukları, yeni tepkili uçakların (jet motorlarına) sahip oldukları hız üstünlüğü dolaysıyla eski avcı uçaklarının hiç yararlanılamaz bir silah haline geleceği anlaşılmaktadır... Hava sanayisi olmayan devletlerin küçük dahi olsa bir hava kuvvetini yaşatamayacakları II. Dünya Savaşı’nda bir kere daha anlaşılmıştır. Hava sanayisi olmadığı için savaş yıllarında Türk Hava Kuvvetleri'nin uçaksız kaldığı çok zamanlar olmuştur. Bu durumda müttefiklerin 2. hatta 3. sınıf silahlarından dahi temini mümkün olmamıştır. Malzemesizlik yüzünden ciddi sıkıntı çekilmiştir. Bu sebeple Türkiye’de hava savaş sanayisinin bir an önce kurulması zorunluluğu vardır... Bu yeni teknolojinin Türkiye’de üretiminin mümkün olduğu, hatta tepkili motor teknolojisinin daha karmaşık olmadan hemen önlem alınması uygundur. Yeni tip motorların İngiltere ve Amerikan ordularında kullanılmaya başlandığı, Fransızların da 1947’den itibaren seri üretime geçeceği bildirilmektedir... Sonuç olarak jet motorlarının Türkiye’de üretilmesi uygundur" şeklinde görüş bildirildi.

                    7 Mayıs 1946'da ABD ile yapılan Borçların Tasfiyesi ile İlgili Antlaşma'yla, daha önce teslim alınmış, ancak bedeli ödenmemiş olan hurda lokomotifler, kamyonlar, bazı makine ve üretim aletleri için 30 gün içinde 4,5 milyon doların ödenmesi kararlaştırılıyor ve önceki antlaşmalardaki koşullara yine yer veriliyordu. 

                      Mayıs 1946'da TBMM'de ABD hakkında konuşan CHP milletvekili Muhittin Baha Pars "Bugün bu büyük milletin insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, Peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt'i, onun halefi olan kıymetli devlet ve millet adamı Truman'ı hürmetle selamlar ve Türk milletinin insanlık yolunda da, barışta da insanlığa yardımda onunla beraber olacağını söylemekle iftihar duyarım" diyordu. 

                    21 Temmuz 1946'da Türkiye'de ilk defa yapılan çok partili genel seçimlerde "açık oy, gizli tasnif" yapıldı. Köy Enstitülerini kuran İsmail Hakkı Tonguç iç ve dış (ABD) baskılar sonucu 1946’da  görevinden alındı.  

           Sovyetler Birliği, 17 Ağustos 1946'da Türkiye, Amerika ve İngiltere’ye Türk Boğazları'nın statüsünü Türkiye aleyhine sınırlayan, batılı devletleri konunun dışında tutan beş maddelik bir nota daha verdi. ABD 19 Ağustos 1946’da Sovyetlere verdiği cevapta Sovyet tekliflerinin bir kısmının dikkate alınabileceğini ama boğazları savunmanın başlıca sorumlusunun Türkiye olduğunu, olası bir saldırı tehdidinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin harekete geçmesi için açık bir sebep olduğunu bildirdi. Türkiye ise 22 Ağustos 1946 tarihli karşı notasında egemenlik hakları ile bağdaşmayan tekliflerin kabul edilemeyeceğini, her ne pahasına olursa olsun kendisini her türlü tehdide karşı savunacağı bildirdi.


11 Ekim 2020 Pazar

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (1935-2015)

 


Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (1935-2015)


        
Sinanoğlu, moleküler biyoloji, kimya ve matematik ile Türkçe alanlarındaki çalışmalarıyla biliniyor. 1935'te babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu'nun Türkiye Başkonsolosluğunda görev yaptığı İtalya'nın Bari kentinde doğdu. Ankara'da 1953'te Türkiye Eğitim Derneği'nin (TED) Yenişehir Lisesini birincilikle bitiren Sinanoğlu, TED tarafından Amerika'ya burslu kimya mühendisliği eğitimi için gönderildi. ABD'de 1956'da, Kaliforniya Üniversitesi (Berkeley) Kimya Mühendisliğini de birincilikle bitiren Sinanoğlu, 1957'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden de birincilikle mezun olarak yüksek kimya mühendisi oldu. Berkeley'de 1959'da "Kuramsal Kimya" üzerine doktora yapan Sinanoğlu, iki yılda tamamladığı doktorası süresince ABD Atom Enerjisi Merkezinde araştırmalarda bulundu.

            Harvard ve Yale üniversitelerinde 1961'de genç yaşta dersler veren Sinanoğlu, yeni buluşlarını, verdiği dersler ve yayınlarıyla dünyaya tanıttı. 26 yaşında profesör olan Sinanoğlu, Türkiye'de de kuramsal kimyanın gelişmesinde öncülük etti. 1973'te de Almanya'nın en önemli ödüllerinden biri olan "Aleksander Von Humboldt Bilim Ödülünü" kazanan ilk kişi olarak tarihe geçen Sinanoğlu, 1975'te Japonya'nın Uluslararası Seçkin Bilim Ödülünü kazandı ve aynı yıl özel kanunla kendisine "Türkiye Cumhuriyeti Profesörü" unvanı verildi.

            Sinanoğlu ulusal ve uluslararası birçok unvana layık görülürken kuantum fiziği ve kimyası, moleküler biyoloji ve matematik alanlarında yüzlerce teorem geliştirerek, dünya bilim literatürüne önemli katkılarda bulundu. Nobel Kimya Ödülü'ne iki kez aday gösterilen Sinanoğlu, canlılara biyolojik kimliğini veren DNA'ların şifresini çözerek, bilinmeyen türden canlılar yaratmanın teorisini kurdu.

            Ömrünü milli kültüre adadı. Oktay Sinanoğlu, bilimsel çalışmaların yanı sıra hayatı boyunca Türkçe ve milli kültürün korunması için de çaba sarf etti. Çok sayıda konferansa katılan Sinanoğlu, buralarda Türkçe eğitimin önemine işaret ederek, kültür sömürgeciliği tehlikesine vurgu yaptı.

            Bir söyleşisinde "Bir millet her nesilde yeniden doğar. Bir milleti yaşatan kendi gelenekleridir. Binlerce yıllık tarihinden süzülerek gelen kültürüdür." diyen Sinanoğlu, her fırsatta milli kültürün inşası ve korunmasında Türkçenin önemine dikkati çekti.

            Sinanoğlu, hayatını anlattığı bir röportajında ise İngilizler ve Amerikalıların tek gayesinin dünyayı sömürgeleştirmek olduğunu savunarak, "Aslında benim en büyük buluşum, İngiliz ve Amerikan numaralarıyla Türkçeyi yok etmek üzere yola çıktıklarını anlamam. Modern dünyada bir ülkeyi sömürge haline getirmek için savaşla, topla uğraşmayacak, dilinden başlayacaksınız." ifadelerini kullandı.

            Milli ve yerli olmayı önceleyen Sinanoğlu bir konuşmasında da "Bizde sahte çağdaş ve aydın sınıf yetiştirilmiştir. Her sömürgede böyle sahte bir aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Bunlar kendi kültüründen kopuk, kendi halkından tiksinen, kendi kültürüne yabancı ama arada halkçılık edebiyatı yapan tipler yetişmiştir." eleştirilerinde bulundu.

            Sinanoğlu çoğu Türkiye'deki eğitim sorunları ve siyasi sorunları konu alan "Adam", "Göçmen Hamamı", "Bye Bye Türkçe", "Hedef Türkiye", "Dayatmalar Kabusu", "İlerisi İçin", "Ne Yapmalı", "2050'ye 5 Kala: Dünyanın 105 Yıllık Tarihi" ve 3 ciltlik "Yeni Bilim Ufukları" kitap dizisini de kaleme aldı.

            Oktay Sinanoğlu, 19 Nisan 2015'te, ABD'nin Miami kentinde, solunum yetmezliğine bağlı olarak tedavi gördüğü hastanede yaşama veda etti. Naaşı Türkiye'ye getirilen Sinanoğlu, İstanbul'da Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi.

https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/milli-kultur-ve-bilime-adanan-omur-oktay-sinanoglu/1457411

11 Eylül 2020 Cuma

Osmanlı'nın Diz Çöktüğü Yıllar Sinan SEYDİOĞULLARI

Osmanlı'nın Diz Çöktüğü Yıllar
                                                          
                                                                                              Sinan SEYDİOĞULLARI

     16 Ağustos 1838'de, İngiltere'yle imzalanan ve Sultan II. Mahmut tarafından onaylanan Baltalimanı Serbest Ticaret Antlaşması'yla Osmanlı'nın gümrükler üzerindeki hükümranlık hakları 90 yıl süreyle kısıtlanır, mevcut kapitülasyonlar korunur, tekeller kaldırılır, İngiliz tüccarlar "en çok müsaadeye mazhar yerli tüccar" sıfatını kazanır.  

           Sultan I. Abdülmecit'in 3 Kasım 1839'da ilan ettiği Tanzimat Fermanı ile millet sistemi ortadan kaldırılır. "Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan herkes Osmanlı’dır" kuralıyla çeşitli dini ve etnik ögelerden oluşan ve "reaya" olarak adlandırılan Osmanlı Devleti'nin tüm uyruklarını bir "teba" haline getirmek için Müslüman olmayan halka fazladan haklar verilir; azınlıklara bakan, danışman, büyükelçi, tercüman gibi yüksek memuriyetlere atanma hakkı verilir. İngiliz misyonerleri Osmanlı ülkesinde 1842'de Kudüs'te bir Protestan kilisesi açar. Heybeliada Ruhban Okulu Patrikhane'ye bağlı olarak Ekim 1844'te hizmete açılır. 1850'de Osmanlı'da Protestanlık İngiliz misyonerlerinin girişimiyle resmen tanınır. Anadolu’da ilk Amerikan misyoner merkezi 1852’de Elazığ Harput’ta kurulur.
            Osmanlı'da ilk kez 4 Ağustos 1854'te İngiltere ve Fransa'dan 33 yıl vadeli ve %6 yıllık faiz oranıyla, 3,3 milyon Osmanlı altın lirası (3 milyon İngiliz sterlini) dış borç alınır; alınan borcun bir kısmı Dolmabahçe, Beylerbeyi, Çırağan sarayları, irili ufaklı köşk ve kasırların yapımına harcanır. Sultan I. Abdülmecit bir jest olarak, 9 Şubat 1856'da İngiliz Büyükelçiliğini ziyaret eder ve Büyükelçi Stratford Canning’in eşinin düzenlediği kıyafet balosuna katılır.
            Balo olayının hemen ardından Fransız Büyükelçisi, Şubat 1856'da Fransa'nın en itibarlı nişanı olan Legion d'honneur Büyük Haç Nişanı'nı Sultan I. Abdülmecit'e sunar. Amerikalı misyonerler ile İngiliz Büyükelçisi işbirliğiyle Sultan I. Abdülmecit 18 Şubat 1856'da Islahat Fermanı'nı yayınlar. Ferman gayrimüslimlerin hukuki ve yargısal ayrıcalıklarını artırır; patriklerin hayat boyu seçilmesi, cemaatlerin ruhani reislerine maaş bağlanması, azınlık binalarının tamiri veya yeniden yapılması, cemaatlerin okul açabilmesi ve yabancıların taşınmaz sahibi olabilmesine imkan sağlar. Müslümanların üstünlük duygusu bütünüyle yıkılır.           
            19.yy ortalarında İngiltere'nin koruması altında olanların sayısı bir milyona yaklaşır. Osmanlı tebaasından olan bazı gayrimüslimlerin yabancı bir ülkenin vatandaşlığına geçerek kazandığı korunma statüsü Osmanlı ülkesinde avantajlı bir şekilde ticaret yapmaya, bazı hukuki-cezai yaptırımlar ve vergilerden ayrı tutulmaya yarıyordu. 1856'da başlayan demiryolu imtiyazları için İngiliz, Fransız, Avusturyalı, Belçikalı ve Alman yabancı şirketlere kilometre garantisi verilir. Şirketlerin zararları devlet bütçesinden karşılanır.
            İngiltere Kra­liçesi Victoria Büyük Britanya asalet rüt­belerinin en büyüğü sayılan Garter Şövalyesi Nişanı'nı (Dizbağı Nişanı) Osmanlı Sultanı I. Abdülmecit’e sunulmak üzere, 1 Kasım 1856'da özel olarak gönderir. Dizbağı Nişanı, 12 Aralık 1856'da kraliçe adına İngiltere Büyükelçisi Stratford Canning tarafından İstanbul'da sultana sunulur. Halife Sultan I. Abdülmecit nişanı kabul eder ve ambleminde "Onun (Haçın) kötülüğünü düşünene lanet olsun" yazan bu Hristiyan tarikatının 717 numaralı ve ilk Hristiyan olmayan üyesi olur. Büyükelçi Stratford Canning Bodrum Kalesi'ndeki heykelleri Sultan I. Abdülmecit'in hediyesi olarak İngiltere'ye götürür.
            Sultan Abdülaziz (1830-1876) döneminde, 1863'te İngiliz sermayeli Bankı Osmani (Ottoman Bank) ile Fransız Mayer Amschel Rothschild mali grubunun eşit ortaklığıyla İstanbul'da Osmanlı Bankası (Bankı Osmanii Şahane) kurulur; kağıt para basma yetkisi Osmanlı Bankası'na verilir. 1863'te Amerikan misyonerlerinin İstanbul'da açtığı Robert Koleji'nde Bulgaristan’ın bağımsızlığını sağlayacak kadrolar yetiştirilir. 1867'de Amerikalı ve Avrupalıların desteklediği Siyonist gruplar Osmanlı Filistin bölgesine yerleşmeye başlar.
            18 Temmuz 1867'de İngiltere Kraliçesi Victoria, Avrupa gezisine çıkan Halife Sultan Abdülaziz’e bir İngiliz savaş gemisinde, İngiltere’nin en yüksek şövalyelik nişanı olan, haç şeklindeki Dizbağı Nişanı'nı verir ve onu Garter Şövalyesi olarak ilan eder.
            1874'te genel borçlar vb için Osmanlı Bankası ve diğer kuruluşlardan %5 yıllık faiz oranıyla, 44 milyon Osmanlı altın lirası borç alınır; komisyon vb sonrası ele geçen ancak 19,14 milyon Osmanlı altın lirasıdır. Bu borçla birlikte Osmanlı Bankası'na Hazine Bankası statüsü tanınır. Batılılaşma adına devlet soyulmakla kalmaz; Fransız mürebbiyeler ve alafranga hayat tarzı Osmanlı konaklarına girer; Fransız edebiyat eserleri Türkçeye çevrilir; Batı hayranı, geleneklerle hesaplaşan oyunlar, makaleler, hikayeler ve romanlar yazılmaya başlar. Sultan Abdülaziz döneminde Osmanlı Devleti, yıllık faiz ve anapara taksitleri toplamı yaklaşık 14 milyon lira tutan borçlarından dolayı 6 Ekim 1875'te mali iflasını, Nisan 1876'da ise bütün borçların ödenmesini tamamen durdurarak, moratoryum ilan eder.
            Sultan II. Abdülhamit (1842-1918) döneminde 24 Nisan 1877'de başlayan, "93 Harbi" olarak da bilinen Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlı ordusu, Balkan ve Kafkas cephelerinde bozguna uğrar. Plevne'de 10 bin Türk asker-sivil Ruslara teslim olduğu halde acımasızca katledilir. Sibirya'ya sürülen 43 bin Türk askerinden ancak 12 bini geri döner. Plevne'deki Türk sivil kaybı 50 bini bulur. Tuna Nehri'nin batısında yaşayan Türk nüfus Rus, Bulgar ve Sırplar tarafından göçe zorlanır ve katledilir. Bazı bölgelerde düşman eline geçmesin diye Türk kadın ve çocuklar, aileleri tarafından öldürülür. Malını, mülkünü bırakıp, Türkiye'ye ulaşmaya çalışanların çoğu yolda açlık, soğuk ve salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybeder. Balkanlar'dan, Karadeniz kuzeyinden ve Kafkaslar'dan Anadolu ve Rumeli'ye 2 milyon göçmen gelir; yaklaşık 250 bin kişi kaybolur, 300 bin Müslüman öldürülür. Ruslar İstanbul Yeşilköy'e kadar ilerler, İngiltere'den yardım istenir.
            13 Temmuz 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı yaklaşık 287 bin 500 km²'lik toprak kaybeder. Osman Paşa (1833-1900) için destanlar yazılır, Sultan II. Abdülhamit ile birlikte gazi olarak anılır. 1879'da Plevne'den İngiltere'ye gübre olarak kullanılmak üzere 30 ton insan kemiği gönderilir. 93 Harbi sonunda Osmanlıcılık iflas eder; hilafeti ve saltanatı korumak amacıyla İngilizlerin desteklediği Arap milliyetçiliğine, hilafetin Araplara ait olduğu düşüncesine, ayrılıkçı Arap şeyhlerine ve tarikatlarına karşı İslamcılık (Panislamizm) politikası güdülür.
            İzmir, İstanbul, Trabzon, Erzurum, Kayseri, Urfa, Sivas ve Van'da kilise, yemekhane, okul, çocuk yuvası, sağlık merkezi ve çocuk bahçeleri açan Amerikalı Protestan misyonerler 1878'de Elazığ Harput'ta Ermeni Koleji açar. Amerikalı misyonerler bu dönemde Merzifon, İzmir, Antep, Maraş ve Tarsus'ta açtıkları kolejlerde de Hristiyan azınlıkların çocuklarını eğitir, Osmanlı'ya karşı bilinçlendirir. Protestan misyonerler Ermeni, Rum, Hristiyan, Arap, Nasturi, Süryani ve Kürtlerin ayaklanmalarında rol oynar. 19. yüzyılda Rusya, Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya ve İtalya Osmanlı ülkesinde bu etkinliklerini sürdürür. Misyoner okullarında eğitilen, ABD'ye götürülüp, vatandaşlığa geçirilerek, dokunulmazlık kazandırılan Ermeniler Osmanlı topraklarına geri dönüp, özgürlük propagandası yapar.
            Sultan II. Abdülhamit Osmanlı Devleti'nin yıllık faizi 3 milyon lira olan toplam 141,5 milyon liralık borcunu ödemeyi kabul eder. Bunun için tuz ve tütün tekeli, damga resmi-pul, içkiler, ispirto üzerinden alınan vergi ve resimler, balık avı vergi ve resimleri ile bazı vilayetlerin ipek aşarı gelirlerini 20 Aralık 1881'de kurulan ve İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı devletlerinden birer üye ile Galata bankerlerinin bir temsilcisinin bulunduğu bir komisyon tarafından yönetilen Osmanlı Kamu Borçları İdaresi'ne (Düyunu Umumiye) bırakır. Devleti gerçek anlamıyla bir yarı sömürge durumuna getiren Düyunu Umumiye İdaresi Lozan Barış Antlaşması'na değin çalışır.

8 Temmuz 2020 Çarşamba

Kur'an'a Göre Hukuk Devleti ve İnsan Hakları Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk

Kur'an'a Göre Hukuk Devleti ve İnsan Hakları 

       Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk                                                                                        




       "Şimdi camilerin her birine neredeyse bir tane sakal koymuşlar, sakalı şerif diye milleti kuyruğa dizip öptürüyorlar. Putperestlik. Allah'ın Resulü Hz. Muhammed insanlığa ne zaman bu kadar tüy dağıtmıştır? Buna tapın diye benim mabetlerimde. Bunların hepsinin o mabetlerden çıkarılması lazım. Elini dahi öptürmemiş bir peygamber, huzurunda kendisine ayağa kalkanlara 'Yalnız Allah için ayağa kalkılır, oturun yerinizde' diyen bir peygamber kime bu kadar tüyünü dağıtmış da milleti tüye taptırıyorlar. Ve bununla cennete gideceğini zannedenler var."

            "Bu halk bu işi çözecektir. Başka birinden beklemeyin. Ve halkın bunu çözmesi için halkın şuurlanması lazım. Onun yolu da bilgiden ve okumaktan geçer."

            "Hz. Peygamber ölümüne yakın günlerde, kızı Hz. Fâtıma'yı çağırıyor yanına. Hz. Fâtıma'yı çağırıyor, diyor ki: "Kızım, Allah beni çağırdı, O'na gideceğim. İyi dinle beni. Sakın babam peygamberdi diye sırt üstü yatıp benim Hakk'ın huzurunda seni kurtaracağım gibi bir hayale kapılma. Allah'a yemin ederim ki seni kurtaramam. Allah'ın senden istediklerini yerine getir. Yoksa kurtaramam! Peygamber kızı olmana güvenme."

            "Amcası Ebu Tâlib'i Kelime-i şahadetle kimliklendirmek istediği zaman ona gelen vahiy şudur: "Sen istediğini cennete gönderemezsin." (Kasas, 56) Yani o bizim işimizdir. Sen tebliğ et, kenara çekil. Tevhidin dininde sonsuz kurtuluş belgesinin altında Zat-ı Mutlak'ın imzasından başka hiçbir imza geçerli değildir. Tevhit bu. Şimdi bakın İslam dünyasına, bu belgenin altında kaç tane imza var. Tevhit gitmiş, anonim şirket gelmiştir. Anonim Şirket Dini... Tevhidin karşıtı, şirktir, şirkettir. Tevhit gitti mi anonim şirket geliyor. Şimdi İslam dünyasını Allah'ın dini kotarmıyor, anonim şirket dini kotarıyor. Onun için cennete giriş belgesinin altında otuza-kırka varan imza var. Kiminin tükürüğü, kiminin sümüğü, kiminin eli, kiminin bilmem arabasının lastiği. Bir ay önce Almanya'da idim: "Efendim dediler, arabalarının lastiklerini öptürenler var, cennete gidişe yardımcı olur diye."

            "Nisa Suresi 75. ayet, yaklaşık yarım sayfalık bir ayettir. Orada özetle Cenab-ı Hak diyor ki: Ey Kur'an'ın insanı! Sana ne oluyor ki, yeryüzünün şurasında, burasında zulüm altında inleyen çocuklar, yaşlı kadınlar, ihtiyarlar, Allah'ım! Bizi kurtaran birini gönder deyip dururken, sen sırt üstü yatıyorsun? Yani, bırak kendi yaşadığın toplumdaki zulme eyvallah demeyi, dünyanın herhangi bir yerindeki zulme karşı çıkmak, Kur'an mümininin iman borcudur."