19 Aralık 2021 Pazar
National Geographic - Ön Türklerin Genetik Kökenleri ve Akrabaları
12 Kasım 2021 Cuma
Bağımsız Olmanın Bedeli Sinan SEYDİOĞULLARI
Bağımsız Olmanın Bedeli Sinan SEYDİOĞULLARI
Doğan Avcıoğlu, "Milli Kurtuluş Tarihi" adlı eserinde, dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün 1963'te söylediği şu sözleri aktarır: "Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. Kandırmaya çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı önlem alıyorlar. Bir görev veriyorum, sonucu bana gelmeden, Washington'un haberi oluyor. Sonucu, memurlardan önce elçiden öğreniyorum... Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları verir gibi yaparlar. İmzayı attınız mı, ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne de bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat, sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez."
28 Nisan 1966'da Cemil Meriç şöyle
söyler: "Kur'an Tevrat gibi müstehcen değildir, fakat dehşetle karşılanabilecek
olan ayetler vardır. Bu itibarla din bahsinde titiz olanlar, kutsal kitabın
çırılçıplak tercümesini istemezler. Elbette geniş kalabalıklar tanımalıdır
kitapları. Ama kaç zeka, onları tanıdıktan sonra kutsiyetini kabul edebilir.
Vivekananda, 'Aklın ve ilmin karşısında tutunamayan her din batıldır' der.
Gerçekten Müslümanlığın devam etmesini isteyenler için Kur'an'ın Türkçeye
çevrilmesi tehlikelidir. Ama ister istemez edilecektir..."
Hüseyin Cemil Meriç (1916-1987), 1960’larda setlerin yıkıldığını söylüyordu: "...İslamiyet serbestti ama Batı hayranı aydın takımı için gerçeğe, sağduyuya, akla aykırı bir yığındı; din gericilikti... İslam olmak çağın dışına çıkmaktı. Eğitim de, basın da Batı hayranı aydınların elindeydi... Batı hayranı aydın takımı yüzde yüz Batılıydılar ve Batı'nın değerlerine sadık kaldılar. Yeni kuşaklara gelince... Onlar bu sahte Batıcılıktan tiksinmişlerdi. Masallarla avutulamazlardı artık. İkiye ayrıldılar: ülkelerinin kutsallarına sarılanlarla, sosyalizme gönül verenler, Batı'nın kelimeleriyle: Sağcılarla solcular."
Çetin Altan (1927-2015) ise şöyle diyordu: "Uzun yıllar komprador burjuvazisinin yaşantısı ile bu burjuvazinin doğmasına sebep olan Batı burjuvazisini taklit hareketleri, hep ilericilik olarak değerlendirildi. Toprak reformu yapmak, endüstri aşamasını başarmak gibi bir derdi yoktu kimsenin. Bir tek ilericilik vardı, o da Batı burjuvaları gibi yaşayabilmekti…Yabancı dil bilene, temiz pak giyinene, hanımların elini nazik reveranslarla sıkana, 'Aman ne Avrupalı adam' diyorlardı… Herkes ilericiliğin bu olduğuna imanı billah etmişti. Yani komprador burjuvaları temsil ediyordu bu ilericiliği… Bu ilericilik ise halktan sömürülen paraların şatafatlı şekilde sarfiyatına dayanıyordu. Şampanya içmek, pahalı giysiler içindeki hanımlarla gece kulüplerinde dans etmek, sık sık Avrupa’ya gidip gelmek ilericilikti…Halk ise kendisine çok ters gelen bu bol paralı yaşantıya 'Gavurluk' diyordu… Ve böylece halkı sömüren komprador burjuvaları ilerici olurken, halk da gerici oluyordu… Sosyalizm ile halkın yine burjuvaya kızgınlığının bir başka görüntüsü olan dinsel akımlar aslında kaynağını aynı ezilen sınıftan alıyordu. Sadece birincisi bilimsel bir karşı çıkma, ikincisi ise bilinçsiz bir kızgınlığın metafizik olarak şekillenmesiydi…"
1966-1968
yılları arasında Türkiye Büyük Mason Mahfili'nin büyük üstadı olan Orhan
Hançerlioğlu (1916-1991) Felsefe Sözlüğü, Cilt 7, s.298'de, Yeni Sömürgecilik'i
şöyle açıklıyordu: "Kendi ülkelerini
sömürten yerli kompradorların emperyalist burjuvaziden aldıkları kar payı,
göreceli olarak bir dilenciye verilen sadaka ölçüsündedir. Açık bir deyişle,
yerli komprador burjuvazi, bir sadaka karşılığında, emperyalistlerle
ortaklıklar kurarak kendi yoksul halkını sömürmektedir."
Türkiye
Komünizmle Mücadele Derneği'nin seminer ve kongrelerinde Adalet Partisi (AP)
taraftarı divan tarafından konuşmaları engellenen bazı Cumhuriyetçi Köylü
Millet Partisi (CKMP) taraftarı delegeler, düşüncelerini Milli Hareket
Dergisinin Mayıs 1968 tarihli sayısında şöyle yayınlıyordu: "...Komünizmle Mücadele Derneği, para
babalarının kasalarını bekleme derneği durumuna düştü... Biz komünizmle mücadele
edelim derken, onun kökte kardeşi durumunda olan kapitalizmin savunucusu durumuna
geldik. Dinsiz komünistlerin başını ezelim derken, imansız kapitalistlere rahat
sağladık. Bizim iyi niyetimizi sömüren para babası, toprak ağası, fabrika
patronu kapitalist, bir eliyle beslediği komünistlerin üzerine, yanında çalıştırdığı
işçiyi, köylüyü saldırttı... Türkiye'deki sosyal dengesizliği görmek istemeyen ruhsuz
kapitalistin düşüncesine ortak olmakla bu işler halledilmiyor... Bugün Anadolu
halkı çıplak ve açtır... Namussuz
kapitalistin, vicdansız ağanın hainliğini millete açıklayamadık. Bunu yapan
komünistler oldu... Biz milletin karşısına kapitalistin maşası, para babasının
bekçisi gibi çıktık. Komünistler ise millete koruyucu melek gibi göründüler.
Artık bu yoldan dönmeliyiz. Millete kapitalistlerin, toprak ağalarının,
sömürücü tüccarın, para babası ve millet düşmanlarının bekçisi olmadığımızı
göstermeliyiz. Komünizmin olduğu kadar, maddeci kapitalizmin de düşmanı
olduğumuzu ilan etmeliyiz..."
Nurettin
Topçu, 6. Filo'yu protesto edenlerin üzerine saldıranlara karşı, "Siz bu hareketinizle en şaşkın
sapıkların safında yer almış bulunuyorsunuz" diye yazdı ve "komünizmin müslümanlığa, Amerika'nın
da komünizme düşman olması nedeniyle Amerika'yı desteklemenin her müslümana
vacip olduğu" fikrine şiddetle karşı çıktı. Attila İlhan da, "Bu bela sağ/sol çatışması değildir" diyordu.
Nitekim, "sağ ve
sol" grupların içine pek çok provokatör
sızmıştı.
17
Ağustos 1969'da MTTB Kongresi'nde ümmetçiler ile milliyetçiler arasında taşlı
sopalı kavga çıktı. Abdullah Öcalan'ın 1969'da Ankara'da İzmir caddesinde, Komünizmle
Mücadele Derneği (KMD) kontrolündeki Fikir Ajansı'na gidip geldiği, KMD
yayınlarını basan ajansın sahibinin KMD üyesi ve aynı zamanda MİT'le irtibatlı
olan Refik Korkut olduğu yazıldı.
8 Eylül 2021 Çarşamba
Türkiye'de Rasyonalist İslam: Kuran ve Tarihselcilik Gökhan Bacık, Özgür Koca ve Ahmet Kuru
10 Ağustos 2021 Salı
Anlayana* Sinan SEYDİOĞULLARI
Anlayana*
Sinan SEYDİOĞULLARI
* Bu yazı ilk defa 26
Nisan 1996 tarihli Yeni Alanya Gazetesinde yayınlanmıştır.
Yalanı peynir ekmek yapmıyorsanız, rüşvet vermiyor ya da
almıyorsanız ve bu davranışlarınızdan dolayı çektiğiniz acılara
katlanıyorsanız, hiçbir kimsenin korumasına muhtaç değilsinizdir.
Soyguncular takımı kendi ahlaksızlığını, kendi
namussuzluğunu ve üçkağıtçılığını perdelemek için bir taraftan "bana
dokunmayan yılan bin yaşasın", "böyle gelmiş, böyle gider"
eyyamcılığını destekler, bir taraftan da "yangından mal kaçırma"
fırsatçılığını "iş bitiricilik" olarak lanse eder.
"Soyguncular takımı kendisinden güçlü ve üstün
olanın çizmesini öper." Para ile her şeyin elde edilebileceğine, her şeyin
ve herkesin bir fiyatının olduğuna inanmıştır. Onların en çok hoşlandığı tipler
paraya saygılı ve aynı zamanda avanak olanlardır.
"Güneş'te titreyip, gölgede terleyen" bir
yaratılışa sahip değilseniz, bu kuralı sizin için de uygulamak isterler.
Soyguncular takımı küstahtır. İşlerine gelmeyene,
"ya bu deveyi güdersin, ya da bu diyardan gidersin" derler.
Zorbalığa karşı gelen, gerçeği kuvvet yapan insanlar, bu
devenin önüne bir eşek düşmedikçe, bir tarafa gitmeyeceğini iyi bilirler. Ama
ne bu deveyi güderler ne de bu diyardan giderler.
Çünkü cezalıdırlar. Cezaları, o eşekleri gütmektir.
İsmet İnönü'nün dediği gibi, "Bir memlekette namus
erbabı, namussuzlar kadar cesaretli olmadıkça, o memlekette kurtuluş çaresi
yoktur."
Ancak önünüze sayısız engeller çıkartabilirler, iftira
atabilirler.
Bu durumlarda Mevlana'yı hatırlamalısınız:
"Köpeklerin dudakları değdi diye deniz kirlenmez."
15 Temmuz 2021 Perşembe
Teşup’un Memleketi Sinan SEYDİOĞULLARI
Alanya Belediyesi Harita Mühendisi
“Babam M. Fatih Seydioğulları’nın anısına...” 2004
Nasıl ki, kış mevsiminde Alanya’ya bardaktan boşanırcasına, gök gürültülü ve aralıksız yağmurlar yağıyorsa, yaz aylarında da İslahiye’ye yöre halkının, “önüne bir perde çekilebilse, belki o zaman kesilir” dediği ve “Garbi” olarak adlandırdığı Gavurdağı yeli eser.
Geç dönemlerde “Hatti ülkesinin
göktanrısı” veya “yağmur göktanrısı” gibi adlarla da anılan Hurrilerin fırtına
tanrısı Teşup için daha çok Toroslar ve güneyinde, Suriye’ye kadar olan bölgede
tapınma merkezleri bulunuyordu. İslahiye’nin
İlk uygarlığın kurulduğu bölge olarak
bilinen Mezopotamya’yı ve Suriye’yi Akdeniz’e ve Anadolu’ya bağlayan yollar
üzerindeki İslahiye’den İstanbul-Halep demiryolu,
HEYKEL ATÖLYESİ
KAPI ARSLANI

SAVAŞ ARABASI
YESEMEKLİ EDA
Nurdağı ilçesinin
Yörenin en çok ziyaret edilen
yerlerinden biri olan Ökkeşiye Türbesi Nurdağı ilçesine
Osmanlılar döneminde Kozan ve Gavur dağları çevresini kontrol altına almak, aşiretlerin yerleşimini sağlamak ve bölgeyi ıslah etmek için 1865 yılında, Fırka-i İslahiye adı verilen on beş bin kişilik bir ordu kurulur. Ordu on beş yıl süreyle bölgede kalır ve İslahiye’ye adını verir. İslahiye merkezindeki Derviş Paşa Camisi bu dönem eseridir. Derviş Paşa komutasındaki Fırka-i İslahiye’nin zorunlu yerleştirme politikasına direnen saz şairi Dadaloğlu, dönemin olaylarını unutulmaz kavga türküleriyle destanlaştırır: “Belimizde kılıcımız kirmani/Taşı deler mızrağımın temreni/Hakkımızda devlet etmiş fermanı/Ferman padişahın, dağlar bizimdir.”
Yılanı çok olan bölgede başı insan, vücudu yılan ve upuzun kuyruğu olan “yılanların şahı” efsanevi Şahmaran’ın insanoğlunun ihanetine uğramasıyla ilgili hikayeler anlatılır. Bir de Karayılan’ın, Şahin Bey’in ve Fransızlara karşı savaşan kahramanların hikayeleri...
KARAYILAN ŞAHİN BEY
“Sürerim sürerim gitmez kadana/Fransız
kurşunu değmez adama/Benden selam söyle garip anama/Vurun Antepliler namus
günüdür.” İslahiye ve çevresi 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizler, daha
sonra da 29 Ekim 1919’da Fransızlar tarafından işgal edilir. Çeteler karşısında
ağır kayıplar veren Fransızlar 13 Kasım 1920’de İslahiye’yi terk etmek zorunda
kalır. Savaş alanı olması nedeniyle tarihte orduların ve aşiretlerin kışlası
olan İslahiye, bugün de bir zırhlı birliğin karargahıdır.
İslahiye’nin yaylaları Amanos ya da
Gavurdağı olarak da bilinen Nur dağlarında bulunur. İslahiye’ye
Rakımı
Genellikle Akdeniz ikliminin etkisinde bulunan yörenin verimli topraklarında kırmızı biber, üzüm, antepfıstığı, buğday, pamuk, şekerpancarı ve zeytin gibi ürünler yetişir. Kırmızı biber ve üzüm için festivaller düzenlenir. Yöre bağlarında yetişen hatunparmağı ve antepkarası gibi üzüm türleri haklı bir üne sahiptir. İslahiye acı kırmızı biberi ise besin değeri, koyu kırmızı rengi ve tadı bakımından eşsizdir. Bol acılı ve sarımsaklı kebapları, lahmacunu, içli köftesi, iki sac arasında yapılan etli kömbesi ve baklavasıyla ünlü yörenin yemek kültürü çok eskilere dayanır. Yöre insanı yemeyi, içmeyi ve eğlenmeyi sever.
"Burası Teşup’un memleketi... Burada dağların başı birden dumanlanır, hava birden bozar, birden fırtına kopar."
14 Haziran 2021 Pazartesi
Türkiye Nasıl Bağımlı Hale Getirildi? II Sinan SEYDİOĞULLARI
Türkiye Nasıl Bağımlı Hale Getirildi? II
Sinan SEYDİOĞULLARI
Kahire'de 27 Şubat 1946'da yapılan antlaşmaya ek olarak ABD'yle imzalanan 6 Aralık 1946 tarihli antlaşmaya göre, ABD Türkiye'de elçilik ve konsolosluk olarak kullanmak üzere taşınmazlar satın almak isterse, sahipleriyle sözleşmeler yapabilecek, bu sözleşmeler gereği yapılacak ödemeler 27 Şubat 1946 tarihli antlaşma gereğince Türkiye'nin borcu sayılacak, taşınmazların Türkiye Hükümeti tarafından satın alınması daha uygun görülürse, bedelleri borçlardan düşülerek, tapu senetleri ABD'ye devredilecekti.
12 Ada, 10 Şubat 1947 tarihli Paris Antlaşması ile askeri üs kurmamak, asker ve silah bulundurmamak şartıyla Yunanistan′a verildi. ABD öncülüğünde 14 Şubat 1947'de Dünya Bankası olarak bilinen Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ve 11 Mart 1947'de Uluslararası Para Fonu (IMF) kuruldu. İngiltere’nin 21 Şubat 1947 tarihli muhtırasından sonra ABD Doğu Akdeniz’de sorumluluk yüklenmeye karar verdi. Türkiye Mart 1947'de IMF ve IBRD üyesi oldu. Truman Doktrini 22 Mayıs 1947'de Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım Kanunu adıyla ABD Başkanı Truman tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.
5 Haziran 1947'de Marshall Planı açıklandı. 12 Temmuz 1947'de Marshall Planı kapsamında Avrupa ülkelerine yapılacak yardım miktarının saptanması amacıyla Paris'te düzenlenen konferansta Türkiye Marshall Planı'ndan yardım alacak ülkeler arasında gösterilmedi. Aynı gün, 12 Temmuz 1947'de ABD ile Askeri Yardım Antlaşması imzalandı. "Türkiye Hükümeti, Türkiye'nin hürriyetini ve bağımsızlığını korumak için ihtiyacı olan güvenlik kuvvetinin takviyesini temin ve aynı zamanda ekonomisinin istikrarını muhafazaya devam maksadıyla Birleşik Devletler Hükümeti'nin yardımını istediğinden..." diye başlayan antlaşma, ekonomik ve askeri yardımın uygun kullanılıp kullanılmadığının ABD'li memur ve basın üyeleri tarafından serbestçe izleneceği, devredilen kullanılmış madde ve malzemenin devredilemeyeceği, başka bir ülke yararına kullandırılamayacağı, kredilerin başka amaçla kullanılamayacağı, Türkiye'nin istenilen bilgileri tam ve devamlı olarak vereceği ve yardımın ABD'nin çıkarlarına uygun olduğu sürece yapılacağı şartlarına bağlandı.
Bu yardım
kapsamında ilk aşamada Yunanistan’a 300, "ileri karakol" olarak
görülen Türkiye’ye ise 100 milyon dolarlık karşılıksız savaş artığı malzeme
verildi, savaş yıllarında alınan savaş malzemelerinin borçlarının önemli bir kısmı
silindi, ancak bu malzemelerin bakım ve yedek parçası için bütçeden yılda
yaklaşık 145 milyon dolar ayrılması gerekti.
Truman doktrini siyasi, askeri ve
ekonomik bağımlılığın önünü açtı. Teknoloji transferi ya da altyapısı
olmadan hibe ve yardımlar yoluyla elde edilen silahlar milli savunma sanayisini
işletimi pahalı ve Amerika’ya bağımlı hale getirdi. Ankara'da
halen faaliyetini sürdüren ve Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı ile organik bir
bağlantısı olduğu söylenen ABD Savunma İşbirliği Ofisi (ODC) 1947'de
kuruldu.
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (1934-2015) yıllar sonra, "Türkiye 1945'ten beri Amerika'nın resmen işgali altındadır... İsmet İnönü ikili antlaşmalarla Türkiye'nin her şeyini ABD'ye teslim etmiştir" diyordu.
Kasım 1947'de yapılan CHP Kurultayı'nda, laiklik ilkesinde yer alan "Parti milli dilin ve milli kültürün diyanet yollarından yabancı dil ve kültürlerin etkisinden korunmasını Türk milletinin hali ve istikbali için lüzumlu sayar" ifadesi tanımdan çıkartıldı. Bununla birlikte Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun yoğun nüfuslu bölgelerde 200 dönümden fazla araziye sahip çiftçilerin topraklarının dörtte birine kadarının kamulaştırılmasını ve çiftçilere faizsiz, 20 yıllık borç verilmesini öngören maddesini kanun metninden çıkarma kararı aldı ve bu kararı 1950'de uyguladı.
1947'de M. Ali Aybar (1908-1995) Zincirli Hürriyet Gazetesinde şöyle yazdı: "Tarihimizin en kritik anlarından birini yaşıyoruz. istiklalimiz tehlikededir. Ve işin en korkunç tarafı şudur ki, istiklalimize kastedenler bu sefer ordularla değil de, bir yardım teklifinin yaldızlı paravanası arkasına gizlenerek üzerimize yürüdükleri için Türk milleti kuşkulanmıyor ve mahirane, mahirane olduğu kadar hainane bir propaganda da bu kuşkusuzluğu arttırmaya, hatta istiklalimize kastedenleri bir kurtarıcı gibi göstermeye çalışıyor. Bu gibi hallerde hakikati gören namuslu her Türk’e mukaddes bir vazife düşer: Her ne pahasına olursa olsun hakikatleri haykırmak…"
1947 yılında Genelkurmay’ın jet motoru üretilmesi talebine ve pistonlu motor ve uçakların hava kuvvetleri tarafından alınamayacağı yönündeki görüşüne rağmen Hükümet'in onayıyla pistonlu motor üretilmek üzere lisans sahibi İngiliz De Havilland firması teknik heyeti ve Polonyalı mühendislerin katkısıyla THK Gazi Uçak Motoru Fabrikası kurulmaya başladı. Yılda 200 adet Gipsy Major uçak motoru ve çeşitli makine parçaları üretebilecek tezgahlarla donatılan fabrika ziraat ve taşıt motorları, motopomplar, standart parçalar ve motor yedekleri üretme kapasitesine sahipti. 1947'de Polonyalı teknik elemanların yardımıyla Ankara Beşevler'de ses altı (subsonik) ölçümler için, Ankara Rüzgar Tüneli inşaatına başlandı, Kayseri Tayyare Fabrikası'nda lastik atölyesinde çıkan yangınla uçak lastiği üretimine son verildi.
THK Uçak
Fabrikası'nda üretilebilecek uçaklar 1947'den sonra yabancı ülkelere sipariş
verildi; yerli silah fabrikalarından alım yapılmadı.
Mason locaları, 5 Şubat 1948'de, Cumhurbaşkanı İnönü'nün emri ve Celal Bayar'ın desteği ile tekrar faaliyete geçti. Masonlar, Halkevleri'ne devredilen tüm mal varlıklarını geri aldı.
Dönemin Türk Dışişleri
Bakanı, Türkiye'nin Avrupa'nın kalkınmasına yardımcı olmak için elinden gelen
her şeyi yapmaya hazır olduğunu belirtti. Türkiye’nin ağır sanayi unsurlarını
kalkınma planından çıkarması, aldığı yardımlarla tarımını geliştirerek
Avrupa’nın gıda ve ham madde deposu haline gelmesi şartıyla 15 ülkeyle birlikte
Marshall yardımından yararlandırılması kabul edildi. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü
ve Başbakan Hasan Saka döneminde, Marshall Planı'ndan yararlanmak için Türkiye
ile ABD arasında 4 Temmuz 1948'de Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalandı ve
Türkiye aynı gün OEEC üyesi oldu.
On beş yıl önce, Atatürk döneminde 1933'te raporu uygun bulunmayan Russel Dorr'un başkanlığındaki bir ABD heyeti antlaşmadan sonra, Ankara'ya gelip yerleşti. ABD'nin 1948 yılında hazırlattığı, Hilts Raporu olarak da bilinen, "Türkiye'nin Yol Durumu" başlıklı raporda karayolunun, demiryoluna nazaran daha kolay ve daha ucuz olması nedeniyle önceliğin karayolu yapımına verilmesi ve ABD'li müteahhitler aracılığı ile yapılması isteniyordu. Rapor, 9 yılda tamamlanması planlanan bir programa dönüştürüldü. Marshall Yardımı kapsamında, karayolu yapımında harcanmak üzere, ilk iki yıl için Türkiye'ye 5 milyon dolar ayrıldı, yolların yapımı ABD'li müteahhitler tarafından gerçekleştirildi.
Ağustos
1948'de ABD 180 P-47 avcı uçağı, 100 AT-6, 127 AT-11 ve 30 A-26 hafif ve ağır
bombardıman uçağı teslim etti. 30 Ekim 1948'de THK Gazi Uçak Motor
Fabrikası'nın açılışı yapıldı, Genelkurmay'a rağmen Hükümet'in tercih ettiği
İngilizlerin De Havilland Gipsy Major pistonlu uçak motorlarının montaj
üretimine başlandı.
İsrail'e savaş açan, ancak yenilip anlaşma yapmak zorunda kalan Mısır, Ürdün ve Suriye'den ve hatta Pakistan'dan yüklü oranda silah, havan topu ve cephane siparişi alan Nuri Killigil 1949'da bunları göndermeye başladı. BM Güvenlik Konseyi Suriye ve Mısır'a silah ambargosu koydu. 2 Mart 1949'da fabrikada Nuri Killigil ile birlikte 9 memur, 7 usta, 6 hizmetli, 105 işçi ve fabrikanın depolarında Suriye için yapılmış iki bin havan mermisi bulunuyorken, yangın çıktı ve art arda üç büyük patlama oldu. Patlamalarda Nuri Killigil, 6 itfaiyeci ve 21 fabrika çalışanı hayatını kaybetti. Yahudi işçilerin hepsinin o gün izin almış olduğu söylendi. TBMM'nin patlamayla ilgili yaptığı gizli oturumun tutanakları "devlet sırrı" olduğu gerekçesiyle açıklanmadı. Kolunun yarısı ve ayağının bir parçası bulunabilen Nuri Killigil ile birlikte ölen 15 kişinin kömürleşmiş ceset parçaları 7 Mart 1949'da kılınan cenaze namazı sonrası Edirnekapı Nuri Killigil Fabrikası Şehitliği'nde toprağa verildi. 22 Mart'ta Nuri Paşa'nın cesedinin büyük bir parçası bulundu. İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen cesedin bir parçası için cenaze namazı kılınamayacağını bildirmesi üzerine, ceset parçası 24 Mart'ta dini bir tören yapılmadan, annesinin mezarının yanında toprağa verildi. Protesto gösterileri yapılabileceğinden cenaze namazına izin verilmediği söylendi. 28 Mart 1949'da Türkiye İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. 5 Mayıs 1949'da Avrupa Konseyi kuruldu, Türkiye Ağustos 1949'da Avrupa Konseyi'ne katıldı. Nuri Demirağ 25 Eylül 1949'da İsmet İnönü'ye yazdığı açık mektupta, "İngiliz milleti bunalım geçiriyor, her çeşit vesika usulleriyle yoksunluklara katlanıyor, parasının kıymetini düşürmek mecburiyetinde kalıyor, fakat uçakları için hiçbir fedakarlıktan çekinmiyor. Çünkü: Egemen ve bağımsız yaşamak azmindedir. Siz tersine başkasının yardımına güvenerek memleketi silahsızlandırma yolunu tutuyorsunuz" diyordu. 1949'da Nuri Demirağ Uçak Fabrikası savaş sanayisi statüsünden çıkartıldı, Beşiktaş'taki atölye ve etüt merkezi kamulaştırıldı; ilkokullara seçmeli din dersi konuldu.
Kahire'de 27 Şubat 1946'da imza edilen antlaşma gereğince temin edilen paraların kullanılmasına dair 27 Aralık 1949 tarihinde imza edilen Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu (Fulbright Komisyonu) Kurulması Hakkındaki Antlaşma'nın 5. maddesi şöyledir: "...Türkiye'de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu, 4'ü TC vatandaşı ve 4'ü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD'nin Türkiye'deki Büyükelçisi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir..."
1949’da
türbeler yeniden ziyarete açıldı. ABD ve NATO’nun Türkiye gibi ülkelerde, "komünizm
tehlikesine karşı" uygulamaya koyduğu "dinsel eğitim", yani "eğitimin
dinselleştirilmesi" projesi ve bu anlaşmanın etkisiyle Köy
Enstitüleri sınırlandırılıp ve etkisizleştirildi.
Türkiye 1949'da, Maraş ve Hatay’daki krom madenlerinin yönetimini,
Türkiye temsilcisi doğrudan ABD'ye bağlı olan OEEC'ye bıraktı. 1949'dan
itibaren THK-15 Uğur adlı eğitim uçağından 84 adet üretildi. Amerikan
yardımı kapsamında Türkiye'ye verilen 12 DC-3 Douglas askeri taşıt uçağı 1200
çalışanı bulunan THK Etimesgut Uçak Fabrikası'nda revizyondan geçirilerek yolcu
uçağına dönüştürüldü; 1949 yılında bu uçaklardan birkaçının revizyonu THK
Etimesgut Uçak Fabrikası'nda yapılmadı ve uçak fabrikası bulunmayan İsrail’e
gönderildi. Mart 1950'de Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğü tüm mal varlığı ile
devredilerek Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğü (MKEK)
kuruldu; 1940'lı yıllarda dünyanın en kaliteli namlu çeliğini ve namlularını
üreten kurumsal altyapı kara, deniz ve hava kuvvetlerine yönelik silah,
mühimmat ve yedek malzeme; ilk demiryolu rayı haddeleme, sac ürünleri,
nitroselüloz, pirinç malzeme, askeri pil, çelik çekme, TNT, barut, kapsül,
elektrik sayaçları üretimi gerçekleştirdi.
1950
seçim kampanyasında CHP ve Demokrat Parti (DP), Türkiye’nin Amerikan
kredilerine ve yabancı sermaye yatırımına ihtiyacı olduğu konusunda hemfikirdi.
NATO üyeliği için ilk resmi başvuru CHP iktidarının son günlerinde, 11 Mayıs
1950'de yapıldı, ancak reddedildi. 14 Mayıs 1950 Milletvekili Genel
Seçimleri'nde DP iktidar oldu.
30 Mayıs 2021 Pazar
Devrim Otomobilleri, Yabancı ve İş Birlikçi Lobiler Sinan SEYDİOĞULLARI
Devrim Otomobilleri, Yabancı ve İş Birlikçi Lobiler
Sinan SEYDİOĞULLARI
1961'de Türkiye'de 36 755 motorlu araç vardı ve 1958-1960 model araçların sayısı ancak 400'ü buluyordu. Bir ithal otomobil 50 bin liraya satılıyordu. Askeri cuntanın başında bulunan Cemal Gürsel, 24 Ocak 1961'de sanayici, iktisatçı, iş adamı ve bürokratlardan oluşan bir heyetten, ucuz ve sağlam, halk tipi bir Türk otomobilinin üretimi için gerekli ön çalışmalara başlamalarını istedi. 1980 askeri darbe hükümetinde de bakanlık yapacak olan dönemin Sanayi Bakanı bunun mümkün olmadığını, mümkün olsa bile, yılda 20 bin araç üretilmesi gerektiğini, Türkiye'de otomobile bu kadar büyük bir talebin olmadığını, oto sanayisi kurmak için 6 yabancı firmanın başvurduğunu açıklayıp, hükümeti yerli otomobil ve yerli motor üretiminden vazgeçirmeye çalıştı ve engel olamadığını görünce 14 Nisan 1961'de istifa etti. Yabancı ve iş birlikçi lobiler Türkiye'de yerli otomobil ve motor üretiminin yapılmasını istemiyordu.
16 Haziran 1961'de tasarım ve malzeme olarak tamamen yerli malı bir otomobilin üretilmesi görevi Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) İşletmesi'ne verildi. TCDD'nin Ankara, Eskişehir ve Sivas fabrikalarında yedek parça imal eden yetişmiş bir teknik kadrosu ve bunlara inanan bir yönetim kadrosu vardı. TCDD yaklaşık 4,5 ayda, 2 adet otomobili 29 Ekim 1961 Cumhuriyet Bayramı törenlerine yetiştirmek üzere, 1 400 000 TL ödenekle 4 adet otomobil ve 10 adet motor üretecekti.
Ekim 1961'de Eskişehir Demiryolu Fabrikası'nda, yaklaşık 4,5 aylık sürede, Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu yönetiminde 23 Türk mühendisi ve işçilerinin büyük çalışma ve emeğiyle tamamen yerli malzemeler kullanılarak ve bazı parçaları Ankara ve Sivas fabrikalarında yapılarak 4 adet 50 beygirlik A4L yandan sübaplı tipi, üçer adet 60 beygirlik A4T üstten sübaplı ve 70 beygirlik B3T üstten sübaplı tipi olmak üzere toplam 10 motor, 3 adet A tipi ve 4 adet B tipi toplam 7 şanzımanlı; 4 silindirli, 4 zamanlı, 2070 cm³ hacminde benzinli motor, 81 mm silindir çapında, 3600 devir/d azami motor devrinde, azami hızı 140 km/saat, uzunluğu 4500 mm, genişliği 1800 mm, yüksekliği 1550 mm, ağırlığı 1250 kg teknik özelliklerinde 4 adet sedan otomobil üretildi. Türkiye'nin ilk yerli otomobili Devrim'in, kaputundaki ve jant kapaklarındaki Devrim arması dahil her şeyi elde üretildi.
Siyah renkli Devrim'in son kat boyası ancak 28 Ekim akşamı vurulabildi, pasta ve cilası Ankara'ya sevk edilmek üzere yüklendiği trende, yol alırken yapıldı. Bej ve siyah renkli 2 Devrim otomobili trenle ancak 29 Ekim sabahı Ankara'ya ulaştırılabildi ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e sunulmak üzere TBMM önüne getirildi. Siyah renkli Devrim'in benzininde küçük bir sorun yaşandı. Cemal Gürsel bej renkli Devrim'le önce Anıtkabir'e, oradan da geçit töreninin yapılacağı Hipodrom'a geçti. Siyah ve bej renkli Devrim'ler burada geçit törenine katıldı.
30 Ekim tarihli bazı gazetelerde, "Devrim yolda kaldı", "Devrim'in benzini bitti", "Devrim yürümedi", "Devrim ancak 200 metre yürüdü", "Devrim pahalıya mal oldu", "Milletin parası har vurup harman savruldu", "100 metre gidip bozuldu" gibi ilk yerli otomobil Devrim'i küçümseyen ve alaya alan başlıklar atıldı.
Ankara Garı'nın giriş kısmında bir süre halkın gösterimine sunulan Devrim'ler daha sonra Eskişehir'e götürüldü. Devrim'in seri üretimi montaj sanayisinin işine gelmiyordu. Yerli otomobil ve yerli motor üretilmesine en büyük engel ABD'ydi. Bürokrasi içinde aleyhte bir lobi oluşturuldu. Devrim otomobilleri için Eskişehir İl Trafik Müdürlüğü'ne birkaç kez tescil, ruhsat ve plaka için başvuruldu, ancak "Menşe Şehadetnamesi" olmadığından ruhsat verilmedi. Hükümet ABD destekli bu lobiye daha fazla direnemedi ve Devrim otomobilinin seri üretiminden vazgeçti. Devrim'lerin Ankara'ya gönderilmesi istendi ve gönderilenler presle ezildi. Bozuk olduğu gerekçesiyle gönderilmeyen otomobil ise, halen çalışır durumda olup, Eskişehir TÜLOMSAŞ bahçesinde sergilenmektedir.
3 Mart 2021 Çarşamba
Kırmızı Güller Sinan SEYDİOĞULLARI
Kırmızı Güller
Kırmızılar kan damlası sevgilim;
çaresizim mengeneler arasında.
Gözlerimde perde, kör yarasalar.
Beni asıl kahreden paslı bir bıçak.
Üşüyorum, sızlarken bedenim.
Nerede, o soğuk kış gecelerimin
gürüldeyen sobası?
Nerede, o kar beyazı tenin?
Sevgilim bayrak,
Sevgilim toprak,
Sevgilim gökler.
Selam size, kırmızı güller.
Sinan Seydioğulları 1987