28 Ocak 2013 Pazartesi

Merdiven Yaylası "Yaylaların yükseği" Sinan SEYDİOĞULLARI


Merdiven Yaylası
"Yaylaların yükseği"
Yazı ve Fotoğraflar Sinan SEYDİOĞULLARI
   

Merdiven Yaylası. Karşıda Papaz Dağı Görülüyor.
Geceyarısı... Akşam saatlerinde gök gürültülü ve sağanak şeklinde başlayan yağmur, artık yağmıyor. Dağ ve yayla tutkunu olanlar, “vakti saati geldiğinde” dağların kendilerini çağırdığını söyler. Akşamdan sözleşmişiz, yaylaların yükseğine çıkacağız. Üç-dört saatlik yolumuz var. Kahvaltıyı Merdiven Yaylası’nda yapıp dönmeyi planlıyoruz.

Bu defa ekipte üç kişiyiz. Halit arkadaşımız deniz tutkunlarından ve Güzelbağ’dan öteye hiç geçmemiş... Konaklı ve Güzelbağ üzerinden, bir buçuk saat sonra Gündoğmuş’a varıyor ve Akıncıbel çeşmesinden yayla yollarına doğru tırmanmaya başlıyoruz. Hava serin. Gök gürlemesi dışında, ormanın sessizliğini bozan bir şey yok. Çevreye hakim olan çam kokusu insanın içini ferahlatıyor. Gecenin karanlığında, aracımızın farına takılan parlak ve hareketli çift gözler görüyoruz. Bunlar tilki, tavşan, kanguru faresi ve keme gibi hayvanların gözleri. Çaşır Yaylası’nda, yolun kenarında bir kirpi dikkatimizi çekiyor.

Kızıloluk çeşmesinin suyunu içip Geyik Dağı’nın havasını soluyor ve Göçen boğazına giriyoruz. Eğrigöl sapağından sola, Alaybeyler Yaylası yoluna dönüyoruz. Yollarda yağmur suyu birikintileri oluşmuş. Eylül sonu... Yaylacılar dönmüş olduğundan, yolda bir araca bile rastlamıyoruz. Buralar yaylaların yükseği ve Torosların damı sayılır. Hava sıcaklığı 5°C civarında... Soğuktan ve esen rüzgardan, aracın camını açıp kapamamız bir oluyor, üşüyoruz. Allah’tan kalın giysilerimiz var yanımızda. Uzaklardan gök gürültüsü duyuluyor, çakan şimşekler dağları aydınlatıyor. Çok yükseklerden geçen uçakların ışıkları görülüyor. Gökyüzünde ne kadar yıldız varsa, sanki hepsi üstümüzde asılı duruyor.

İnceler Yaylası’nın Müdavimleri Sabriye Teyze ile Hasan Dayı.

İnceler Yaylası’na, sabah saat beş civarında ulaşıyoruz. Adil arkadaşımızın babası Hasan Dayı sobayı yakmış, hazırlamış bile. Gözlerimizden uyku akıyor adeta. Sıcak battaniyenin altında, sobada yanan odunların çıtırtısını ve soba gürlemesini dinleyerek, uykuya dalıyoruz. İki-üç saatlik uyku bize yetiyor. 
 
Yaylaların sabahı güzel olur. Güneş dağın arkasından gülümsüyor, ancak havada sabahın soğuğu var. Toprağa çiğ düşmüş... Çevrede vargit çiçekleri ve dikilmiş söğüt ağaçları görülüyor. Bu acı çiğdemler, geriye göçün zamanının geldiğini bildiriyor.
Yaylanın batısında Gül Dağı, güneybatısında ise 2 bin 755 metre yüksekliğindeki Papaz Dağı bulunuyor. Her iki dağ da ağaçsız ve çıplak... Bu bölgeye Merdiven Yaylası da deniyor. Bu ad, Romalılardan kaldığı söylenen bir kayaya oyulmuş merdiven kalıntısından geliyor. Yaylanın yüksekliği, iki bin metreden fazla... İnceler’e Okurcalar halkı çıkıyor. Çevredeki diğer yaylalara Manavgatlılar...
 
Yaylanın orta yerindeki Bülbüllü suyu çeşmesini Hasan Dayı yaptırmış. Çeşmenin suyu doğudaki dağın yamacından çıkıyor. Sabriye Teyze, tahinli bal ve yumurtalı ekmeğin de bulunduğu güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamış. Kahvaltıdan sonra, ellerini öpüp yola koyuluyoruz. 
 
Namaras yolundan Ağız boğazına giriyoruz. Susam Gölü’nün üstünde culalar uçuşuyor. Buzul kökenli Susam Gölü’nün dibinde, bir zamanlar define olduğuna inanan birkaç kafadar, bir motor getirip gölün suyunu boşaltmak istemiş...

Suyu Tatlı Susam Gölü.
 
Çevrede davar sürüleri, çobanlar ve köpekleri görülüyor. Adil arkadaşımız, geleneğimizi devam ettiriyor. Yolda rast geldiklerimize bisküvi gibi şeyler ikram ediyor. Susam beline tırmanıyoruz. Burası 2 bin 250 metre yükseklikte. Susamın hasat mevsimi buraya kar yağmış. Bele, bundan dolayı bu adı vermişler. Katip Çelebi, burada taşları bir mil uzağa fırlatan, çok şiddetli tipi olduğunu yazar. Burada, soğuktan kırılan kervanlardan da bahsedilir. 1221 yılının sonbaharında, Alanya Kalesi’ni fethetmek için Konya’dan ordusuyla birlikte yola çıkan Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad Susam belinden geçmiş.
  
Aşağı doğru inerken, Susam beli kervan yolunun ayakta kalmış kesimlerini, yaşlı sedir ve karaçam ağaçlarını ve uçuşan yırtıcı kuşları seyrediyoruz. Bir baykuş yol kenarındaki bir kaya üzerinde, öylece bakıp duruyor. Sedir ağaçlarından toplanan kozalaklar, biraz ilerideki Gelesandra hanın yanında yerlere serilmiş...

Yol kenarında yaban armudu, taş eriği, kuşburnu ağaçları ve tek tük mezarlar görülüyor. Bu mezarlar eskiden yayla göçlerinde, yanlarında kefenlerini de taşıyan ve öldükleri yere gömülen Yörüklerin mezarları...

İri cüsseli bir kaya güvercini konuyor yanı başımıza... Bir süre bizi izliyor, sonra havalanıyor ve ormanın derinliklerinde kayboluyor. Biz de, doğadan aldığımız yaşam enerjisiyle Alanya’ya doğru yolumuza devam ediyoruz.                                                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder