12 Eylül 2015 Cumartesi

Kut'ül Amare Savaşı (1916), Kuvayı Milliye, Misakı Milli ve NATO Sinan SEYDİOĞULLARI


KUT'ÜL AMARE SAVAŞI (1916), KUVAYI MİLLİYE, MİSAKI MİLLİ VE NATO

 
                                                                                          Sinan SEYDİOĞULLARI
 
          I. Dünya Savaşı devam ederken, 16 Nisan 1916'da İngiltere ile Fransa arasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması ile iki ülkenin korumasında Araplara bağımsız devlet kurma sözü verilmiş; Kerkük, Bağdat, Basra, Kuveyt ve Amman İngiltere'ye; Musul, Şam, Beyrut, Antakya, Adana, Sivas ve Diyarbakır Fransa'ya; Hakkari, Van, Erzurum ve Trabzon Ruslara bırakılmıştı. Antlaşmayı öğrenen İtalya da payını istemiş ve Anadolu'nun güneybatısını almıştı. İngilizlerin Osmanlı ordusuna karşı Irak Cephesi'nde örgütlediği Arap kabilelerin, hastane basıp yaralı Türk askerlerini öldürdüğü Kut'ül Amare'de Nisan 1916'da yapılan savaşta Osmanlı ordusu 350'si subay 10 bin şehit verirken, İngilizlerin kaybı 30 bini buldu. 13'ü general, 481'i subay yaklaşık 13 bin İngiliz askeri esir alındı. Mirliva (Tuğgeneral) Halil Paşa esirlerin serbest bırakılması için İngilizlerin gönderdiği yaklaşık bir milyon sterlin değerindeki altını geri gönderip askerlerine şu mesajı yayınladı: "Arslanlar! Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum."
 
 Türk Askeri Kut'ül Amare'de
 
Kut'ül Amare'de kazanılan bu zafer, 1916 yılından Türkiye'nin NATO'ya girdiği 1952 yılına kadar Kut Bayramı olarak kutlandı. Teşkilatı Mahsusa kurucularından olan Halil Paşa ise, 1918'de İstanbul'u işgal eden İngilizlerin talebi üzerine, Osmanlı hükümeti tarafından yakalanıp hapse atıldı.
 
Balkanlar'da Bulgar, Irak'ta Arap çetelerine karşı savaşan ve İstanbul'a dönüp Gebze'de, çetesiyle birlikte Kuvayı Milliye'ye katılan Yahya Kaptan (1891-1920), Bekirağa Bölüğü'ne baskın düzenleyerek, burada tutuklu bulunan Halil (Kut) Paşa ve arkadaşlarını kurtardı, Kocaeli'yi Rum çetelerinden temizledi. M. Kemal Atatürk'ün, Nutuk'ta övgüyle andığı Yahya Kaptan, Osmanlı hükümeti kuvvetleri tarafından 8 Ocak 1920 günü şehit edildi.
 
28 Ocak 1920'de İstanbul'da toplanan Osmanlı Meclisi Mebusan'ı, 23 Temmuz 1919 Erzurum ve 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi kararlarına dayanarak, Misakı Milli'yi (Ulusal Ant) oy birliğiyle kabul etti. 17 Şubat 1920'de bütün dünyaya duyurulan altı maddeyle, Osmanlı İslam çoğunluğunun yaşadığı toprakların ayrılmaz bir bütün olduğu belirtilerek, Türk vatanının sınırları çizildi ve kapitülasyonlar, mali ve ekonomik müdahaleler, siyasi dayatmalar reddedildi.
 
                                                                Misakı Milli Sınırları

İngilizler 16 Mart 1920'de İstanbul'u resmen işgal etti. Türk'ü soysuz olarak gören Mustafa Sabri tarafından yazılıp Şeyhülislam Dürrizade Abdullah tarafından onanan ve Mustafa Kemal ile Kuvayı Milliye üyelerinin asi, katlinin vacip ve padişahın sadık tebasına zulüm ve işkence eden, halkın mallarını çalan, insanları kesen, memleketi nifak ve parçalanmaya sürükleyen, ülkeyi fesada veren eşkıyalar olduğunu belirten 5 Nisan 1920 tarihli fetva, Sadrazam Damat Ferid Paşa ve Sultan Vahideddin tarafından imzalanıp yürürlüğe kondu. Fetva İstanbul hükümeti, İngiliz ve Yunan uçakları, İngiliz torpidoları, İngiliz konsoloslukları, Yunan kuvvetleri, Rum ve Ermeni teşkilatları tarafından Anadolu'ya dağıtıldı. Nisan 1920'de topla­nan San Remo Konferansı'nda İngilizler Irak ve Filistin, Fransa ise Suriye ve Lübnan mandalarını aldı. Böylece İngiltere, petrol bölgelerine yerleşti. Meclisi Mebusan, 11 Nisan 1920'de padişah tarafından feshedildi. Milletvekillerinin bir kısmı İngilizler tarafından tutuklandı ve daha sonra Malta'ya sürgün edildi. Malta'ya sürgün edilenler arasında Ziya Gökalp, Hamidiye kahramanı olarak bilinen, Abhaz asıllı Türk asker ve siyasetçi Hüseyin Rauf Orbay (1881-1964), Refet Bele, Ali Fethi Okyar, Kara Vasıf Bey, Kara Kemal, Ali Çetinkaya (Kel Ali), Medine savunucusu Ömer Fahrettin Türkkan gibi isimler de bulunuyordu. 23 Nisan 1920'de açılan ilk meclisin başkan vekilleri arasında Bektaşi ve Mevlevi çelebileri de vardı.
 
1920 Ağustos'unda Mustafa Kemal, Ermeni kırımı suçlamasıyla vatan evlatları idam edilecek olursa, Kut'ül Amare'de esir alınan ve Malta'dakilere karşı rehin olarak Kazım Karabekir Paşa tarafından Erzurum'da tutuklanmış bulunan İngiliz askerlerinin idam edileceğini açıkladı. Malta'ya sürgüne gönderilenlerin bir kısmı adadan kaçmayı başardı, diğerleri İngilizlerle yapılan takasla serbest bırakıldı.
 

 
 
 

 

11 Ağustos 2015 Salı

Kürtler, HOYBUN ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) Sinan SEYDİOĞULLARI


    Kaşgarlı Mahmud'un Haritası

                                               Kürtler, HOYBUN ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK)
                                                                                               Sinan SEYDİOĞULLARI

          İran'daki Zagros Dağları, Kaşgarlı Mahmud (1008-1105)'un Divanı Lügat'it Türk'ünde yer alan haritada Kürt yurdu olarak anılır. Kürdistan adı ilk defa, Selçuklu Sultanı Sancar (1085-1157) döneminde Hamedan'ın kuzeybatısında kurulan bir eyalet için kullanılmıştır. Bitlis emiri Şeref Han Fars, Türk ve Arap hikaye, efsane ve minyatürlerin bulunduğu, 1593 tarihli Şerefname adlı kitabında, Kürt tarihinin Selçuklularla başladığını söyler. Kürtçe, Farsça ile aynı dil ailesindendir. 

Kürt olarak adlandırılan toplulukların İrani ve Turani (Türkçe) kökenli olduğu kabul edilir. Kurmançca ve Zazaca konuşan toplulukların pek çoğunun adı, Türk oymak ve boylarından gelir. Şerefname'ye ve İbni Haldun'un Mukkadime'sine göre Zazaların ataları Harzemlere, Kurmançların ataları ise Orta Asya'daki Guri Türklerine dayanır. Şerefname Tunceli ve çevresindeki Alevi Kürtlerin Türkmen kökenli, Mervanoğulları hanedanının Araplaşmış Fars, Selahaddin Eyyubi'nin ise Farslaşmış Türk Ogur olduğunu belirtir.

Bölgede eskiden beri bir halk masalı olarak söylenegelen Meme Alan Destanı'nda Mağripliler (Kuzey Afrikalılar) şehri padişahı Meme Alan ile Cizre prensesi Zine Zedan'ın aşkı anlatılır. Keklik kılığına giren peri kızları, Zine Zedan'ı Meme Alan'ın sarayına getirip onunla tanıştırır. İki genç birbirine aşık olur. "…Benim dediğim şuydu: Yanına bir nedime al, çık sokağa/Çarşaf giy, beyaz alnın ve her iki güzel gözün görünmesin/Tanınmadan gel bir tas su ver bana/Kim bilir, belki içimdeki yangınların yetişir imdadına/Allah yazmışsa zaten olacak olan odur, dediğin gibi, o saat/Birlikte gideriz, sen gelin olursun, bense damat..." Uyandığında Zine Zedan'ı odasında göremeyen Meme Alan, onu bulmak için rahvan yürüyüşlü kır atı Boze Revan ile yollara düşer. Sonuçta Meme, Zine'nin hasretine dayanamayıp ölür. "Yiğit yiğittir, ha kadın ha erkek." Zine de, Meme'nin mezarı başında ölür. 2656 beyitten oluşan Mem u Zin adlı eserini, Meme Alan Destanı'ndan derleyen ve aslen Doğubeyazıtlı olan Ahmede Hani (1651-1706) şöyle der: "Kürt'üm ben, dağlıyım ve kenardanım." 

Bugün Doğu Anadolu'daki pek çok Türkmen yerleşimi, Kürt aşiretlerin etkisiyle Kürtçe konuşur ve kendini Kürt sayar. Doğu Anadolu'dan Antalya'ya gelen Yeniosmanlı Yörüklerine de Kürt denir. Oğuzların Üçok boyunun on iki oymağından biri olan ve Anadolu'da ilk önce Batman yöresine yerleşen ve daha sonra bir kısmı bugünkü Akseki Gümüşdamla'ya göç eden Zilanlılar, yörede Kürt olarak bilinir. Doğu Anadolu'dan gelip Alanya'ya yerleşen ve yaylamak için Gündoğmuş Söbüçimen'e göçen Yörüklere de Kürtler denir. Halkı Türkçe konuşan ve Yörük olan Silifke Pelitpınarı'nın eski adı Kürtler'dir. Kahramanmaraş'ta Türkçe konuşan Kürtleravşarı ve Süsükürtleri, Kayseri Sarız'da akraba olan Avşarsöbüçimen ve Kürtsöbüçimen yerleşmeleri bulunur.

Safeviler üzerine sefer yapmak için ulemadan fetvalar alan Yavuz Sultan Selim, "Ey eşek Türk" diye hitap ettiği Şah İsmail'e bir mektup gönderip onu tövbeye davet etti. Safevi Devleti'ni kuran ve Hatayi mahlasıyla şiirler yazan Şah İsmail cevabi mektubunda savaşmaya hazır olduğunu belirtti. İki ordu 23 Ağustos 1514'te, Çaldıran'da karşı karşıya geldi. Ateşli silah üstünlüğüyle Safevi ordusunu dağıtan Osmanlı ordusu Safevi başkenti Tebriz'e girdi. Çaldıran Seferi'nden sonra Doğu Anadolu'da nüfuzunu yaygınlaştırmak isteyen I. Selim, Heşt Behişt (Sekiz Cennet) ve Selimname adlı tarih kitaplarının yazarı olan İdrisi Bitlisi (1452-1520)'yi, Şafii Kürt beyleri arasında propaganda yapmak üzere görevlendirdi. Osmanlılar tarafından özel bir statüye tabi tutulan Kürtler, kendi kabileleri üzerinde ve bölgede sancak beyi olarak tayin edildi. 1515'te Bitlisi'nin örgütlediği Kürtler, Şii Türkmenlerle çarpışıp onları doğuya doğru püskürttü. 40 bin civarında Alevi Türkmen katledildi.


Mısır ordusu karşısında çaresiz kalan Osmanlı Devleti, askeri yardım karşılığında Rusya ile 8 Temmuz 1833'te Hünkar İskelesi Antlaşması'nı, İngiltere'yle de 16 Ağustos 1838'de, mali ayrıcalıklar veren Baltalimanı Ticaret Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşmalar ile Osmanlı Devleti'nin dışa bağımlılığını iyice arttı. 1838 yılı sonlarında Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine de aynı ayrıcalıklar verildi. 1839 Tanzimat Fermanı millet sistemini ortadan kaldırdı. Müslüman olmayan halka fazladan haklar verildi ve azınlıklar bakan, danışman, büyükelçi, tercüman gibi yüksek memuriyetlere getirildi. Bununla Batılı emperyalist devletler, gayrimüslimlerin haklarını koruma ve devletin içişlerine karışma hakkını kendilerinde görmeye başladı. Halbuki bu dönemde Rusya, İngiltere, Fransa ve sömürgelerinde, baskı altında yaşayan milyonlarca Müslüman ve Türk bulunuyordu. Tanzimatla birlikte aşiret ağaları, aşirete ait toprakları kendi üzerine geçirmeye başladı. 

Hakkari ve Bohtan bölgeleri arasında yaşayan Hıristiyan Nasturiler, Tanzimat sonrasında Avrupa ve Amerika'nın yakınlığını fırsat bilerek, vergi vermez oldu. Bölgedeki Amerikan misyonerleri okul açıyor, İngiliz misyonerleri de toplumu karıştırmak için, Tanzimat Fermanı'nın Kürt beylerinin pabucunu dama attığını iddia ediyordu. 1843 yılında Nasturiler Kürt aşiretlerine meydan okumaya ve saldırmaya başladı. 
Cizre mütesellimi Bedirhan Bey'in gönderdiği elçiyi kabul etmeyen Nasturiler bölgelerinde İngiliz bayrağı açtı. Bunun üzerine 10 bin kişilik bir güçle saldıran Bedirhan Bey, 4 bin Nasturi'yi öldürdü. Müslüman halkı hedef alan saldırıların sürmesi üzerine Bedirhan Bey'in 1846 yılında düzenlediği yeni seferde 20 bin Nasturi daha öldürüldü. İngiltere Kraliçesi Victoria, Osmanlı Padişahı Abdülmecid'den Bedirhan Bey'in cezalandırılmasını istedi. Fransızlar da onun ortadan kaldırılmasını istiyordu. Osmanlı hükümeti 1847 yılında, Bedirhan Bey üzerine bir sefer düzenledi. Cizre'de yenilen ve 1847 Ocak ayında teslim olan Bedirhan Bey  (1803-1868), ailesiyle birlikte İstanbul'a getirildi ve oradan Girit'e sürgüne gönderildi.

Çarlık Rusya'sı ve Amerikan kolejleri özellikle doğudaki Ermeni ve Aleviler arasında ve Kürt dili üzerine çalışmalar yapmaya başladı. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde Fransa, İngiltere, Rusya, Avusturya-Macaristan, Almanya, İtalya ve Amerika'nın Ortodoks, Gregoryen, Katolik ve Protestan mezheplerine bağlı Hıristiyanların ve Yahudilerin, özel okul statüsünde çok sayıda misyoner okulu vardı. Amerikan Protestan Kilisesi misyonerleri İzmir, İstanbul, Trabzon, Erzurum, Kayseri, Maraş, Urfa, Harput, Tarsus, Sivas ve Van'ı misyonerlik merkezi olarak seçmiş ve bu yerlerde kilise, yemekhane, okul, çocuk yuvası, sağlık merkezi ve çocuk bahçeleri açmıştı. Müslümanları Hıristiyanlaştırmayı beceremeyen misyonerler, daha sonra Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgeleri hedef seçti.

II. Abdülhamid, 1891 yılından itibaren Doğu Anadolu ve Dicle'nin kuzeyinde Kürt, Arap ve Türkmen aşiretlerinden Hamidiye Süvari Alayları oluşturdu. Aşiret reislerine paşalık, miralaylık gibi çeşitli rütbeler verdi. Arap, Kürt aşiret reislerinin ve Arnavut ağalarının çocuklarını İstanbul'a getirterek, Hamidiye Aşiret Mektepleri'nde okuttu ve daha önce Ermenilerin görevlendirildiği çeşitli memuriyetlere atadı. Konar-göçer aşiretleri bu şekilde kontrol altına aldı.


Babası Zaza, annesi ise Kürt asıllı bir Diyarbakırlı olan Ziya Gökalp Türkçeye, İslam'a, milli şuur ve milli vicdan gibi ortak kültürel değerlere dayalı kültürel bir milliyetçilik ideolojisine önem veriyordu. Gökalp, Batı'nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsiyor ve II. Abdülhamid gibi, devletin yerel askeri birimler oluşturması ve bu birimlere Kürtlerin atanması fikrini destekliyordu.


Osmanlı Devleti, İtilaf devletleri karşısında müttefikleriyle birlikte yenilgiye uğrayarak, 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzala­mak zorunda kaldı. Mütareke sonrası asayişi düzenlemek bahanesiyle Türk kuvvetlerinin Musul şehrinin 5 km kuzeyine çekilmesini isteyen İngilizler, 10 Kasım 1918'de Musul'u işgal etti. İngilizlerin Kürt aşiret reisleriyle imzaladığı bir anlaşmayla Süleymaniye merkezli bir Kürt federasyo­nu kuruldu ve başına da Şeyh Mahmud Berzenci getirildi. 

13 Kasım 1918'de 61 parçalık İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan müttefik donanması İstanbul'u işgal etti. İngilizler, herhangi bir direniş olmaması için, Osmanlılardan savaş ve Ermeni soykırımı suçlusu olarak gördüğü asker-sivil yönetici ve aydınların tutuklanmasını istedi. 

Aralık 1918'de İstanbul'da, İngilizlerin teşvik ve desteğiyle Said Molla ve arkadaşları tarafından Kürdistan Teali Cemiyeti kuruldu. Cemiyet üyeleri 2 Ocak 1919'da İngiltere'ye başvurarak Sivas, Ankara, Konya, Halep ve Adana illerindeki nüfusun bir kısmının ve Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Musul'daki nüfusun büyük çoğunluğunun Kürt olduğunu belirtip Arap ve Ermenilere verilen ayrıcalıklardan Kürtlerin de yararlandırılmasını ve İngiliz mandası altında özerk Kürdistan'ın kurulmasını talep etti. Ermeniler ise, 26 Şubat 1919'da konferansa verdiği bir muhtırada Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum ve Trabzon ile Maraş, Kozan, Cebelibereket, İskenderun limanı ve Adana'yı içine alan bir Ermenistan'ın kurulması, kurulacak bu devlete ABD veya Milletler Cemiyeti'nin kefil olması, bu yerlerin aşiretlerden, Türk memur ve askerlerden ve halkın da silahtan arındırılması talebinde bulundu. Süleymaniye'deki Kürtler Mayıs 1919'da Şeyh Mahmud Berzenci önderliğinde İngilizlere başkaldırdı, ancak haziran ortalarında isyan bastırıldı ve bölge İn­giliz subayları tarafından yönetilmeye başladı. Aynı tarihlerde İngilizlerin kışkırtmasıyla Ali Batı Aşireti Midyat ve Nusaybin çevresinde ayaklandı. 1919 yılı sonlarında Ermeni ve Kürt liderleri İngilizlerin de katkısıyla, Paris Barış Konferansı'na ortak bir bildiri sunarak, bağımsız Ermenistan-Kürdistan teklif etti.
Osmanlı Hükümetinin 10 Ağustos 1920'de imzaladığı Sevr Antlaşması'na göre, Osmanlı toprakları İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında paylaşıldı. Doğu Anadolu'da ve Doğu Karadeniz'de Ermenistan'ın kurulması kabul edildi. Fırat'ın doğusunda, Ermenistan ile Suriye ve Irak arasında kalan bölgeye Fransa ve İngiltere egemenliğinde özerklik verildi ve kanıtlamaları halinde Kürtlere bağımsızlık sözü verildi. Musul ve çevresi İngiliz; Antalya, Muğla, Denizli ve Konya İtalyan; İzmir ve çevresi ile Trakya'nın Çatalca'ya kadar olan kısmı Yunan; Boğazlar bölgesi koalisyon güçlerine, İstanbul ve Çanakkale Boğazı ise uluslararası bir komisyonun yönetimine bırakıldı. 


Ankara yardım istemek amacıyla yayınladığı bildirilerde işgalin, hilafet makamını özgürlük ve bağımsızlıklarının tek dayanağı olarak gören İslam dünyasına yönelik olduğunu söylüyordu. Anadolu'nun işgali sırasında Bursa'da bulunan Libyalı Şeyh Ahmed Sunusi, Anadolu'nun bir çok yerini gezerek, Kuvayı Milliyecilere destek oldu. Muhtemel bir Kürt ayaklanmasını önlemek için Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu Anadolu'da vaazlar verip halkı Kurtuluş Savaşı'na katılmaya çağırdı. 1 Şubat 1921'de, Sunusi başkanlığında toplanan İslam Kongresi, İslam dünyasının Kuvayı Milliye hareketine ilgisini artırdı. 

Kürt Teali Cemiyeti tarafından çıkartılan ve Sivas, Erzincan ve Tunceli yöresini etkisi altına alan Koçgiri Ayaklanması'nda, yönetimi ele almak isteyen aşiret reisleri, TBMM'ye gönderdiği telgrafta Zara ve çevresinin bir vilayet haline getirilerek, bir Kürt vali ve bir Türk vali muavininin atanmasını istedi.

Atatürk, "Bugünkü Türk ulusu içinde yurttaşlar ve kendilerini birincil kimlikleri bakımından Kürt, Çerkez, Laz ya da Boşnak olarak görme konusunda teşvik edilen eş vatandaşlar vardır. Eski baskıcı yönetim dönemlerinin ürünü olan bu hatalı adlandırmalar ulusun, düşmanın elinde oyuncak olan birkaç beyinsiz gerici dışındaki üyelerine acıdan başka bir şey vermemiştir... Ulusun, bu tür yanlış adlandırmalar nedeniyle acı duyan üyeleri... aslında, Türk toplumuyla aynı geçmişi, tarihi, manevi değerleri ve hukuku paylaşmaktadırlar, dolayısıyla etnik anlamda olmayan Türklüğü birincil kimlikleri olarak düşünmeye devam etmelidirler" diyordu.

Sürgündeki Kürt lider Şeyh Mahmud Berzenci'yi affedip geri getiren İngilizler, 30 Eylül 1922'de Kürdistan'ı kurup Şeyh Mah­mud'u hükümdar olarak hükü­metin başına getirmiş, 1923 Şubat'ında ise gö­revine tekrar son vermiş ve başkent Süleymaniye'yi havadan bombalamaya başlamıştı. Kürdistan Teali Cemiyeti ve Koçgiri İsyanı elebaşları tarafından teşvik edilen Seyit Rıza ve Alevi aşiret reisleri, İngilizlerle Musul görüşmelerinin başladığı Mayıs 1924'te ayaklanıp Hozat'ı bastı ve TBMM'ye nota verdi. Irak askerleri 1924 Temmuz'unda, İngiliz hava harekatı sonunda Süleymaniye'ye girdi. Şeyh Mahmud Berzenci ve adamları dağ­lara kaçtı, Türk askeri garnizonu ise Revandiz'den çekildi. Musul görüşmelerinde uzlaşma sağlanamadı ve İngiltere, Lozan Antlaşması'na dayanarak konuyu 6 Ağustos 1924'te Milletler Cemiyetine götürdü. 7 Ağustos'ta, Hakkari bölgesinde yaşayan Hıristiyan Nasturiler ayaklandı. İngiliz askeri üniforması giyen Nasturiler Hakkari valisini esir alıp Türk askerlerini katletti.

Türkiye, Suriye ve Irak Kürtlerinin katılımıyla ve Taşnak Ermeni lideri ve eski Ormanlı Van milletvekili olan Vahan Papazyan'ın desteğiyle, Ekim 1927'de Fransa kontrolündeki Lübnan Bihamdun'da toplanan I. Kürt Kongresinde, bağımsız bir Kürdistan için HOYBUN adlı bir cemiyet kuruldu ve başkanlığına, İngiltere ile işbirliği yapan Celadet Ali Bedirhan seçildi. Cemiyet adını, Kürtçede benlik anlamına gelen Hoybon ile Ermenicede Ermeni yurdu anlamına gelen Haypun'dan aldı. HOYBUN, Ermenilerle dostluk kurarak ortak düşman Türkiye'ye karşı işbirliği yapacağını, Ermenistan ve Kürdistan'ın bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün karşılıklı olarak kabul edildiğini ilan etti. Haziran 1928'de Halep'te, Celadet Ali Bedirhan ile Vahan Papazyan arasında yapılan görüşmede Doğu Anadolu bölgesinde merkez, Çukurova bölgesinde ise güney Ermenistan'ın, Rize ile İskendurun körfezi arasında vasi ve müttefik bir Kürdistan'ın kurulması; Nasturi, Ezidi ve Çerkezlerle birleşilmesi ve Türkiye'ye karşı her alanda işbirliği yapılması kararı alındı.

Kürdistan İşçi Partisi (PKK)
Kasım 1978'de Diyarbakır Lice'de Abdullah Öcalan önderliğinde kurulan, Marksist-Leninist PKK, Temmuz 1979'da Hilvan Kırbaç'taki ilk eyleminde, Urfa milletvekili ve aşiret ağası Mehmet Celal Bucak ve yakınlarını otomatik silahlarla taradı ve 4 kişiyi öldürdü. PKK bu saldırıda ilan ettiği örgütün kuruluş bildirgesinde, bağımsız bir Kürdistan için stratejisini uzun süreli bir halk savaşı olarak açıkladı. Eylül 1979'dan itibaren yurt dışına çıkan PKK, Lübnan'da FKÖ ve ASALA'nın kamplarının bulunduğu, Suriye'nin kontrolündeki Bekaa Vadisi'ne yerleşti. 

İstanbul Kapalıçarşı'daki altın ve pırlanta kaçakçılığını ele geçirmek isteyen Kürt-Ermeni asıllı, mafya babası Behçet Cantürk, 16 Haziran 1983'te Kapalıçarşı'da Ermeni terör örgütü ASALA ve Devrimci Doğu Kültür Dernekleri (DDKD) ile birlikte organize ettiği bombalı ve silahlı saldırıda 2 kişi öldü. 


PKK 15 Ağustos 1984'teki ilk büyük eyleminde, Eruh ve Şemdinli'yi basarak, jandarmadan gasp ettiği silah, mühimmat ve malzemeyi Kuzey Irak'a kaçırdı. Sonraki yıllarda, kalabalık gruplar halinde mezraları, köyleri ve kentleri basıp toplu katliamlar yapan PKK militanları, bu şekilde bölge halkını sindirmeye çalıştı. Daha önceleri Kürtlerin milli dininin Zerdüştlük olduğunu belirterek, İslamiyet'e şiddetle karşı çıkan PKK, 1980'lerin sonlarına doğru bölge halkında taban bulmak, İran ve Libya gibi ülkelerden daha fazla destek sağlamak amacıyla laikliğin Batı'nın ve siyonizmin çıkarlarını savunmak için icat edilmiş bir safsata olduğunu ileri sürmeye başladı. Başta Suriye olmak üzere, Bulgaristan, Lübnan, İran, Irak, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ermenistan, Fransa, İtalya, Almanya, İsveç, Hollanda, Belçika, İngiltere ve Sırbistan PKK'ya direkt ya da dolaylı olarak para, eğitim imkanı, istihbarat ve silah desteği veriyordu. Örgütün Yunanistan'da Lavrion ve Dimitri Elen adlı eğitim kampları, İran Urumiye'de ise bir hastanesi vardı. Fransızlar, 1989'da Paris'te Kürt Konferansı düzenlemişti. 


Militanları arasında Türkiye, Suriye, Ermenistan, İran ve Irak uyrukluların da bulunduğu PKK, Türkiye İhtilalci Köylü Komünist Ordusu (TİKKO) ve Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP-C)'yle ortak eylemler yaparak, Akdeniz ve Karadeniz'e açılmaya çalıştı. 1989'da CIA'nın eski Ortadoğu ve Türkiye Masası Şefi Graham Fuller, "Türkiye'de tek millet egemenliğine dayalı devlet anlayışının terk edilmesi, yerine federasyonlardan oluşan bir yapılanmaya gidilmesi gerekir. PKK'nın Türkiye tarafından tanınması yararlı olacaktır. Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulması kaçınılmazdır" diyordu. 1990'lı yılların başında PKK, yol kesip yolcuları kurşuna dizdi ve sınır karakollarına baskınlar yaptı. PKK'ya karşı olan Kürt aşiretleri ise, can ve mal güvenliğini kendileri sağlamaya çalıştı ve korucu olarak, güvenlik güçleriyle ortak operasyonlara katıldı. Kuzey Irak'ta bulunan PKK kamplarını karadan ve havadan sürekli vuran Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), gerilla savaşına uyum sürecinde çok sayıda şehit verdi. Eş zamanlı olarak ülkenin çeşitli yerlerinde Devrimci Sol (DEV-SOL)'un gerçekleştirdiği intikam eylemlerinde eski cezaevi savcısı, MİT mensubu ve paşalar infaz edildi.
ABD yönetimi Mart 1991'de, Irak rejiminin zulmünden kaçıp Türkiye ve İran sınırına yığılan yaklaşık 1,5 milyon Kürt mültecinin bulunduğu 36. paralelin kuzeyini uçuşlara yasakladı ve Çekiç Güç adıyla uluslararası bir askeri gücü bu bölgeye yerleştirdi. Böylece Kuzey Irak'ta fiili bir Kürt yönetimi oluştu ve PKK, 36. paralelin kuzeyinde ciddi bir yapılanma sürecine girdi. ABD'nin 1991'de başlayan Irak işgali sürecinde, Kuzey Irak'taki PKK kamplarına Türkiye'nin kara harekatı yapmasına izin vermedi. Türkiye'nin 100 milyar dolar zarara uğradığı Körfez Savaşı sonrası Kuzey Irak'ta oluşan otorite boşluğundan yararlanan PKK, saldırılarını iyice artırdı. 

1991 yılı sonunda SSCB'nin dağılmasıyla birlikte dünya tek kutuplu hale geldi. Saldırganlığını iyice artıran ve Ortadoğu petrolünü kontrol altında tutmak amacıyla bölgeye yerleşen ABD, Türkiye'deki sömürge düzenini güçlendirmek istiyordu. ABD'nin 1942 yılında inşa edip 1972 yılında Türk Deniz Kuvvetleri'ne devrettiği mayın döşeme muhriplerinden olan Muavenet gemisi, 2 Ekim 1992'de Ege'de yapılan NATO Tatbikatı sırasında, Amerikan Saratoga uçak gemisinden atılan iki füzeyle vuruldu. Gemi komutanı ile birlikte 5 Türk denizci şehit oldu, 22 askerimiz de yaralandı. Füzenin biri kaptan köşküne, diğeri ise savaş harekat merkezine isabet etti. Dönemin Türk Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş 2002 yılında yaptığı bir açıklamada Amerikalıların Muavenet'i bilerek vurduğunu söyledi. 

4 Ekim 1992'de Kuzey Irak'ta Federe Kürt Devleti kuruldu. 16 Ekim'de Türk Silahlı Kuvvetleri 20 bin askerle sınır ötesi harekat başlattı. Almanya, verdiği silahları Türkiye'nin güneydoğuda kullanamayacağını açıkladı. TSK 1993'ten itibaren, alan hakimiyeti uygulamasına geçti ve Güneydoğu Anadolu'da düşük yoğunluklu savaş stratejisi uyguladı. Koruculuk sistemi yaygınlaştırıldı, köyler boşaltıldı, bünyesinde korucu ve itirafçıların da bulunduğu Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JiTEM) gibi yapılar kuruldu; faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve insan hakları ihlalleri, hayatın bir parçası haline geldi. 24 Ocak 1993'te Ankara'daki evinin önünde bulunan arabasına konan bombanın patlaması ile öldürülen Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu (1942-1993), PKK örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın MİT ajanı ve Kuzey Irak Peşmerge lideri Barzani'nin ise MOSSAD-CIA-MİT bağlantılı olduğunu yazmış ve Çekiç Güç tehlikesine dikkat çekmişti.
17 Şubat 1993'te, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'i Diyarbakır'a götürmek üzere Ankara Güvercinlik Askeri Havaalanı'ndan kalkan uçak havalandıktan hemen sonra düştü. Genelkurmay Başkanlığı, kimsenin kurtulmadığı olayın teknik bir arızadan meydana geldiğini açıkladı. Orgeneral Eşref Bitlis (1933-1993), ABD'nin PKK'lılara yardım yaptığını ve Çekiç Güç'ün bir Kürt devletinin kurulmasına zemin oluşturduğunu rapor etmişti. Mayıs 1993'te 150 civarındaki PKK'lı terörist, Bingöl-Elazığ karayolunu kesip kaçırdığı 33 eri ve 6 sivili kurşuna dizerek şehit etti. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında, Madımak Otel güvenlik güçlerinin gözleri önünde ateşe verildi; Alevi 37 yazar, ozan ve düşünür hayatını kaybetti. 5 Temmuz 1993 günü Kemaliye Başbağlar'a baskın yapan 60 PKK'lı, Sünni 33 kişiyi öldürdü.


Ekim 1993'te Diyarbakır Lice'de Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın (1946-1993) ve Kasım 1993'te Ankara'da JİTEM üyesi, istihbaratçı emekli binbaşı Ahmet Cem Ersever (1950-1993) öldürüldü. Diyarbakır JİTEM'in başında bulunduğu sırada hazırladığı raporlarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ait silah, çadır ve jiplerin PKK'lılar tarafından kullanıldığını, bazı paşaların terörle gerçekten mücadele etmediğini belirten Ersever terörün sürmesinden, uyuşturucu ticaretinden ve faili meçhul cinayetlerden rant elde edenlerin olduğunu açıklamış ve devletin "uzadıkça budanan, kurudukça sulanan" bir PKK politikası güttüğünü yazmıştı. 

Öldürülecek 67 Kürt işadamı listesinde ilk sırada bulunduğu söylenen, uyuşturucu ve silah kaçakçısı, PKK'lı mafya babası Behçet Cantürk'ün zırhlı otomobili 14 Ocak 1994 Cuma günü İstanbul Bağdat Caddesi'nde polis yeleği giymiş kişilerce durduruldu. Cantürk ile şoförünün cesedi, bir gün sonra Adapazarı Sapanca'da yol kenarında bulundu. Haziran 1994'te Kürt işadamı Savaş Buldan ve iki arkadaşı, Bolu Yığılca Karakuş yolu kenarında öldürülmüş olarak bulundu. Eylemde kullanılan silahın, Behçet Cantürk ve üç yakınının öldürülmesi olayında da kullanıldığı anlaşıldı. 

İstanbul Sultangazi'de 12 Mart 1995 günü Alevilerin çoğunlukta olduğu Gazi Mahallesi'nde dört kahvehanenin bir taksiden açılan ateşle taranması sonucu 2 kişi öldü ve çok sayıda yaralanan oldu. Olayda kullanılan taksinin şoförü öldürülmüş, taksi ise ateşe verilmiş halde bulundu. Aynı gece başlayan ve çatışmaya dönüşen protesto gösterilerinde polisin açtığı ateş sonucu 20'ye yakın vatandaş öldürüldü. Terörle mücadeledeki çarpık ilişkileri, JİTEM'in PKK ile koordineli yürüttüğü kaçakçılık ve uyuşturucu ticaretini ortaya çıkaran Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden (1949-1995) 12 Ağustos 1995'te, iki korumasıyla birlikte Mardin Savur'da şehit edildi.

1998 yılında yurt içinde ve Kuzey Irak'ta başlattığı geniş çaplı operasyonlarla PKK'yı iyice köşeye sıkıştıran Türkiye, Suriye'nin Apo'ya verdiği desteği çekmemesi halinde karşı güç kullanacağını açıkladı. Ekim 1998'de Suriye'den Yunanistan'a geçen Apo'nun iltica talebi kabul edilmedi. Bunun üzerine Moskova'ya geçen ve yaklaşık bir ay burada kalan Öcalan'ın Ermenistan'daki bir askeri üste bulunduğu ortaya çıktı ve Türkiye, Apo'yu resmen istedi. Apo 11 Kasım'da İtalya'ya gitti ve orada tutuklandı, ancak daha sonra serbest bırakıldı. Yaklaşık iki ay kaldığı İtalya'yı 16 Ocak 2000'de terk etti ve tekrar Rusya'ya geçti. 29 Ocak'ta Minsk'ten Atina'ya uçtu, ancak geri dönmek zorunda kaldı. 31 Ocak'ta Atina'ya ve oradan Kos adasına geçti. Kos adasından uçakla Kenya'ya uçan ve Yunanistan Büyükelçiliği'ne sığınan Apo, ABD ve Kenyalılarla birlikte ortaklaşa gerçekleştirilen bir operasyonla büyükelçilikten alındı ve özel bir uçakla 16 Ocak 1999'da Türkiye'ye getirildi. 

İdam edilmemek şartıyla Türkiye'ye teslim edilen PKK lideri Abdullah Öcalan'ın yargılanmasına 31 Mayıs 1999'da, İmralı adasında başlandı. Davanın ilk günü şehit ailelerinin yaşadığı acıyı yürekten paylaştığını söyleyen ve bundaki sorumluluk payından dolayı özür dileyen Apo, PKK'nın yıllık bütçesinin 250 milyon dolar olduğunu ve çoğunun İsviçre bankalarında bulunduğunu, ayrı bir devlet kurma seçeneğinin mümkün olmadığını, federasyonun aşiret ağalığından ve Kürt-Türk iç içeliğinden dolayı elverişsiz olduğunu, çözümü demokratik birliğin oluşturduğunu söyledi. Leslie Lipson'un Demokratik Uygarlık adlı kitabından alıntılar yapan Apo, Kürtlerin asli kurucu unsur olduğunu söyleyerek, en az iki resmi dilin öğrenilmesinin zorunlu tutulduğu, çok dilli, mezhepli ve kültürlü İsviçre örneği bir devletten yana olduğunu belirtti.

PKK, 1984-1999 yılları arasında geçen on beş yıllık süreçte, Türkiye çapında ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sivil, asker, kadın, çoluk çocuk, meslek, din, mezhep ve ırk ayrımı yapmaksızın, kitle imhası şeklinde gerçekleştirdiği eylemlerde yaklaşık on bin kişiyi katletti. Bunların yaklaşık 4500'ü sivil, 4000'i asker, 1250'si korucu ve 250'si polisti. Öldürülen sivillerin çoğu Kürt kökenli ve bir kısmı ise öğretmen ve sağlık çalışanıydı. Öldürülen yirmi bin PKK militanından dört bini örgüt tarafından infaz edildi. PKK'nın yakma, yok etme, bombalama, baskın ve soygun eylemlerinde milyarlarca dolar maddi zarar oluştu. 1999 yılı itibariyle PKK'nın yurt içinde 2200, yurt dışında ise 2500 militanı bulunuyordu.


14 Mayıs 2015 Perşembe

Cemaatin Kaçak Okulları Aydınlık Gazetesi 14 Mayıs 2015 Perşembe


http://www.aydinlikgazete.com/

Füsun İkikardeş
İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk, Alanya’da 2 ayrı F tipi okulun 17 yıldır ruhsatsız ve kaçak binada hizmet verdiği ve kamuyu zarara uğrattığı yönündeki şikayetleri dikkat alarak AKP’li belediye sorumluları hakkında soruşturma izni verdi. Soruşturma izninde, Fethullahçı olarak bilinen Özel Ufuk Fen Lisesi ve Özel Ufuk Kolejinin plana aykırı olarak inşa edildiği için kamu zararına sebep olduğu kaydedildi. 
Soruşturma izni, Harita Mühendisi Sinan Seydioğulları’nın 29 Mayıs 2014’te Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı suç duyurusu ve Kaymakamlığa yaptığı başvuru üzerine verildi. Ancak Seydioğulları’nın mücadeleye başlama tarihi 29 Mayıs 2014’ten öncesine uzanıyor. Seydioğulları, 1991-1994 yılları arasında Belediye kontrol mühendisi olarak görev yaparken, bugün Fethullaçı okulların yerleştiği arsayı, “Devlet okulu” yapılmak üzere parselasyona tabi tutar. Yani, “Kamu alanı” oluşturulur. Bu düzenlemenin üzerine 1997 yılında Fethullahçı iki okul yapılır. Devlet okulu arsaları, tarikat hizmetinde ticari yer haline gelir.  AKP’li belediye başkanı bununla da kalmaz. Arsa üzerindeki belediye hisselerini, 2003 yılında Fethullaçı olarak bilinen Vakfa devretmeye kalkışır. Seydioğulları, buna da karşı çıkar. Bugüne kadar hukuk mücadelesi sürdüren Seydioğulları, hem kamu malını koruma hem de mesleğini doğru olarak uygulama tutkusuyla görüşünden vazgeçmedi. Bir tür kızak göreve çekilen Seydioğulları, bu mücadeleyi sürdürürken, Sipahioğlu da 3 dönem Belediye Başkanlığı koltuğunda oturdu. Ufuk Okullarının kaçak olarak faaliyet göstermesine ses çıkartmadı.  Seydioğulları’nın mücadelesi nihayet 29 Mayıs 2014’te Alanya Belediye Başkanı Av. Hasan Sipahioğlu ve belediye yetkilileri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı suç duyurusuyla yankı buldu ve “paralel soruşturması Alanya’ya da sıçramış” oldu.

http://haberalanya.com.tr/butun-kurumlara--kayyum-atandi--12527.html
http://www.yenialanya.com/guncel/ufuk-ve-korfeze-kayyum-atandi-h176850.html

5 Mayıs 2015 Salı

Allah'ın adaleti!

 

Allah'ın adaleti!

04 Mayıs 2015, 09:53
ALANYA’DA, misal, Kaymakam Bey  öncülüğünde bir “Araştırma Komisyonu” kurulabilir mi? Doğal olarak Kaymakam Bey’in başkan olacağı bu komisyonda; Alanya Belediyesi’nden, kolluk kuvveti amirlerinden, AKP’den, CHP’den, MHP’den, “Milli İttifak” kuran SP ile BBP’den, Alanya’daki sivil toplum kuruluşlarından birer temsilci olsa mesela. Elbette gazetecilerden de…
***
Bu komisyon, vatandaşın irili ufaklı ihbarlarını, kafasına takılan mevzuları araştırsa.
Öyle Belediye Meclisi gibi ayda bir değil de, mesela Belediye Encümeni gibi haftada bir toplansa.
Üstelik, “Benim işim var, bu hafta katılamıyorum” demeyecek, gerekirse işini gücünü bırakıp, amiyane tabirle “iki eli kanda olsa” bu komisyonun toplantılarına katılacak isimlerden müteşekkil olsa.
***
Simitçisinden tutun da beş yıldızlı otel sahibine kadar toplumun tüm katmanlarının her türlü “isimli” ihbarını değerlendirse, eğer kamu menfaati varsa sonuçları kamuya açıklasa, değilse yargıya intikal ettirip gereğinin yapılmasını arz etse.
***
Neden böyle bir öneride bulunuyorum, hemen izah edeyim.
Yeni Alanya takipçileri bilir, geçtiğimiz Cumartesi günü “Şok Soruşturmalar” manşetiyle çıkan Yeni Alanya’nın son sayısında, ilginç iddialara yer vermiştik.
***
Demiştik ki…
“İçişleri Bakanlığı, 1999-2014 yılları arasında Alanya Belediye Başkanlığı yapan Hasan Sipahioğlu ve Alanya Belediyesi’nin eski Fen İşleri Müdürü Emin Yücesan hakkında ‘Kuzey Alanya'da imar mevzuatına uymamak ve kamu zararına sebep olmak’ suçlamasıyla soruşturma izni verdi. Buna mukabil, eski İmar ve Şehircilik Müdürü Sibel Ademoğlu hakkında ise ‘eski Başkan Yardımcısı Kemal Dere'nin babasına ait parsele imar mevzuatına aykırı ruhsat vermekle haksız menfaat sağlandığı’ suçlamasıyla soruşturma izni verildi.”
***
Ortada bir takım iddialar var ve İçişleri Bakanlığı, “Konuyu soruşturun, gereğini yapın” deyip izni vermiş. İzni veren isim ise, eski Antalya Valisi, yeni dönemin “seçimlik” İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk’ten başkası değil.
Karar, Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın 9 Mart 2015 tarihli talebiyle verilmiş.
***
Şimdi, Sipahioğlu ve Yücesan hakkında "Kuzey Alanya İmar Planı'nda yüksek eğimden dolayı açılamayan yolun mevzuata aykırı olarak dere yatağından açılması suretiyle kamu zararına sebep olmak" suçlamasıyla…
Ayrıca, eski İmar ve Şehircilik Müdürü Sibel Ademoğlu hakkında da, eski Alanya Belediye Başkan Yardımcısı Kemal Dere'nin babası Mustafa Dere'ye ait parsele, mevzuata aykırı olarak ruhsat vermek suretiyle haksız menfaat sağlandığı suçlamasıyla soruşturma izni verildi. 
***
Her iki konu hakkında İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığı’na suç duyurusunda bulunan kişi ise, bir dönem Alanya Belediyesi’nin en popüler isimlerinden biri iken, neredeyse 12-13 yıldır Tophane Mahallesi’ndeki ufak bir ofiste çalışmak zorunda kalan ve aralarında yaşanan bir sürtüşme nedeniyle Sipahioğlu tarafından sürgüne gönderildiği yıllardır konuşulan Alanya Belediyesi’nin eski Harita Müdürü Sinan Seydioğulları.
***
Elbette bu satırları okuduktan sonra, aranızda, “Soruşturmaya konu olan olaylar yeni değil, yıllar evvel olmuş, bitmiş. O dönem de belediyenin içinde olan Sinan Seydioğulları neden o zaman bu konular için ihbarda bulunmamış da, Sipahioğlu, Dere ve Yücesan’ın görevleri bitince ihbarda bulunma ihtiyacı hissetmiş” diyen de olabilir, “Seydioğulları kendisini sürgüne gönderdiği için şimdi Sipahioğlu’ndan ve ekibinden intikam almak için bu konuları su yüzüne çıkarıyor” diyen de.
***
Kim ne der, nasıl bir yorum yapar bilemem ama Alanya’da yaşayan, ekmeğini bu şehirde kazanan, doğduğu yer değil ama doyduğu yer bu şehir olan bir gazeteci olarak, sizi bir parça geçmişe götürüp siyaset nostaljisi yaptırarak bu konuda naçizane bir iki kelam da ben etmek isterim.
***
2009 Yerel Seçimleri’nden birkaç ay sonraydı.
Seçimin galibi olan ANAP’lı Sipahioğlu 3. dönemine başlıyordu ama artık ilk 2 dönemi kadar güçlü değildi, çünkü Belediye Meclisi’nde çoğunluk AKP’deydi.
O günlerde yapılan bir meclis toplantısında, AKP’li meclis üyeleri, “Geçmişe dönük 10 yıllık araştırma komisyonu kurulsun” deyince “olmayan” bıyıklarının altından gülümseyen Sipahioğlu, “Kuralım kurmasına da, o zaman 10 değil, 20 sene öncesini de araştıralım” cevabı vermiş, işin ucu 1989-1999 yılları arasında Alanya Belediye Başkanı olan, o dönem AKP’nin üst düzey isimlerinin yakın arkadaşı Kerim Aydoğan’ın de ağabeyi olan Cengiz Aydoğan’a ve dolayısıyla yakın hısım akrabalara dayanınca da, “Eh madem, böyle bir komisyon kurmayıverelim” denilerek bu öneri hiç yapılmamış gibi davranılmıştı.
***
Uzun lafın kısası…
Yazının girişinde paylaştığım önerimi tekrar ediyorum.
Soyadına, günümüzün ve geçmişin mevcut belediye veya siyasi parti yöneticilerinin ya da meclis üyelerinin hısım akrabalık, ticari ortaklık ilişkilerine bakılmaksızın, etekteki taşların hepsini orta yere saçacak bir komisyon kurulsun.
***
Diyeceğim şu ki…
Ya “Körlerle sağırlar birbirini ağırlar” dönemi tamamen bitsin bu şehirde, her şey şeffaf olsun, ak koyun kara koyun belli olsun.
Ya da “üç maymun” oynamaya, “Sen, ben, bi de bizim oğlan” felsefesiyle yöneticilik yapmaya, siyasetçilik oynamaya devam edelim.
***
(DİP NOT: Cumartesi günkü haberimizi Facebook sayfasında paylaşan ve bir dönem Sipahioğlu’nun en yakın müttefiklerinden biri olan Alanyalı müteahhit Murat Tile, kendi paylaşımının altına, “Eeee, benim binaları yıkmadan önce düşünecektiniz Hasan efendi, Kemal efendi, Emin efendi. Allah’ın adaleti” diye yazmış. Ben yorum yapmıyorum, yorum sizin.)
 
                  

Alper Kutay - ‘Sipahioğlu beni sürgüne gönderdi’

DÜNKÜ “Allah’ın Adaleti” başlıklı köşe yazımda,  Alanya Belediyesi’nin eski Harita Müdürü Sinan Seydioğulları’nın ihbarı üzerine hem bir önceki Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, hem eski Fen İşleri Müdürü Emin Yücesan, hem de eski İmar ve Şehircilik Müdürü Sibel Ademoğlu hakkında, geçmişte yapılan bazı uygulamalar nedeniyle İçişleri Bakanlığı tarafından soruşturma izni verildiğini, şimdi ise gözlerin Mülkiye Teftiş Kurulu Müfettişleri’nin vereceği rapora çevrildiğini yazmıştım.

***

Yazının bir bölümünde ise sizlerle şu bilgileri paylaşmıştım: “Elbette bu satırları okuduktan sonra, aranızda, ‘Soruşturmaya konu olan olaylar yeni değil, yıllar evvel olmuş, bitmiş. O dönem de belediyenin içinde olan Sinan Seydioğulları neden o zaman bu konular için ihbarda bulunmamış da, Sipahioğlu, Dere ve Yücesan’ın görevleri bitince ihbarda bulunma ihtiyacı hissetmiş’ diyen de olabilir, ‘Seydioğulları kendisini sürgüne gönderdiği için şimdi Sipahioğlu’ndan ve ekibinden intikam almak için bu konuları su yüzüne çıkarıyor’ diyen de.”

***

Dün sabah bu satırları okuyan Seydioğulları, hem telefonla aradı, hem de peşi sıra bir e-mektup gönderip bunu sizinle de paylaşmamı istedi.

***

Telefonda, “Ben, emekli olunca ve kendini sağlama alınca konuşanlardan değilim. Alanya’nın hakkını hukukunu yıllar evvel korumaya çalıştığım için sürgüne gönderildim” iddiasında bulundu.
Sonra da, elektronik posta kutuma bir e-mektup gönderdiğini, bunu okuyucularımla da paylaşmamı istediğini söyledi.
İşte, noktasına virgülüne dokunmadan, Seydioğulları’nın o ilginç e-mektubu…

***

Merhaba Alper.
"Allah'ın Adaleti" başlıklı yazını okudum ve aşağıdaki açıklamayı yapmam gerektiğini düşündüm.
Şöyle ki…
2003 yılında, Alanya Belediye Başkanı Av. Hasan Sipahioğlu tarafından oluşturulan ve Harita Müdürü olarak benim de görev aldığım Alanya Belediyesi teknik heyeti, Kuzey Alanya Kırmızı Kot Projeleri'ni inceleyerek, bazı kesimlerde yol eğimlerinin standartlara uygun olmadığını rapor etti. Antalya Valiliği ile İller Bankası Bölge Müdürlüğü de, yol standartlarına uyulması gerektiği yönünde yazılı görüş bildirdi.
Buna rağmen, Alanya Belediye Meclisi, 17 Ekim 2003 gün ve 27/b-1 sayılı kararıyla, Kuzey Alanya İmar Planı kapsamında kırmızı kotların 25 Nisan 1997 gün ve 22 bin 970 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan tebliğde öngörülen eğim standartlarının dışında daha yüksek eğimli yollar oluşturularak tespit edilmesi yolunda plan notlarına ekleme yapılmasına karar verdi.
Bir harita müteahhidinin 31 Aralık 2003 tarihinde, bu meclis kararı doğrultusunda hak ediş talep etmesi üzerine, aynı gün başkanlık makamına hitaben yazdığım yazıda, belediye meclislerinin yasa ve yönetmeliklere aykırı kararlar alamayacağını, yüklenicilere ödeme yapılmasının herhangi bir yasal dayanağının bulunmadığını belirttim.
Bunun üzerine Harita Müdürlüğü’ndeki tüm yetkilerim elimden alındı ve sürgün edildim.
Bunun üzerine 2004 yılında, ilgili meclis kararının iptali için idari yargıda dava açtım. Aynı zamanda idari yönden şikayette de bulundum.
Dönemin İçişleri Bakanlığı, idari yönden yapılacak bir işlem olmadığını bildirdi. Açtığım dava ise ancak 6 yılda sonuçlandı.
Antalya 1. İdare Mahkemesi, 23 Temmuz 2010 gün, 2008/1847 esas ve 2010/793 sayılı kararıyla, imar planı müellifinin olumlu görüşü de alınarak standart dışı, fazla eğimli yolların tespit edilmesi, bunlara plan notuyla değil çizimle çözüm bulunması, ruhsatlı yapıların ve 18. madde uygulamasından gelen mülkiyet haklarının da dikkate alınarak revizyona gidilmesi gerekirken, yüksek eğimli yolların uygulamasında ısrarcı olmak ve plan notuyla bu sorunu geçiştirmeye çalışmanın kamusal açıdan doğru bir karar olmadığı gerekçesiyle, Alanya Belediye Meclisi’nin Kuzey Alanya İmar Planı Kırmızı Kotları ile ilgili almış olduğu kararı iptal etti.
Buna rağmen Alanya Belediyesi, Kuzey Alanya İmar Planı'nda revizyon yapmadan ve eski planı esas alarak imar faaliyetlerini ve inşaat ruhsatı vermeyi sürdürdü.
Bunun üzerine tekrar suç duyurusunda ve idari yönden şikayette bulundum. 
Son söz olarak şunları söylemek istiyorum.
Hiçbir kişi ya da kurumla özel bir sorunum yok.
Bir vatansever olarak, bugüne kadar üzerime düşeni yaptım. Kimseden de çekinmem. Bugün de olsa, aynısı yaparım. Selam ve sevgilerimle.
Sinan Seydioğulları.

***

Seydioğulları aynen bunları söylüyor.
Şimdi yazacaklarım da benim son sözüm!

***

Dünkü yazının finalinde ortaya attığım öneriyi tekrar ederek noktayı koymak istiyorum.

***

Gelin; soyadına, günümüzün ve geçmişin mevcut belediye veya siyasi parti yöneticilerinin ya da meclis üyelerinin hısım akrabalık, ticari ortaklık ilişkilerine bakılmaksızın, etekteki taşların hepsini orta yere saçacak bir komisyon kuralım.
Diyeceğim şu ki…
Ya “körlerle sağırlar birbirini ağırlar” dönemi tamamen bitsin bu şehirde, her şey şeffaf olsun, ak koyun kara koyun belli olsun.
Ya da “üç maymun” oynamaya, “Sen, ben, bi de bizim oğlan” felsefesiyle yöneticilik yapmaya, siyasetçilik oynamaya devam edelim.

***

(DİP NOT: Bu önerinin tıpkı 2009’da olduğu gibi yine havada kalacağını çok iyi biliyorum, çünkü Alanya’da geçmişte ve günümüzde yerel yöneticilik ve siyaset yapanları, hısım akrabalık veya ticari ilişkilerini az buçuk biliyorum. Sinan Seydioğulları gibi, kendisini “vatansever” olarak adlandıran bürokratların seslerini çıkarınca ilk uçakla Tophane Mahallesi’ndeki ufak bir ofise gönderildiği bir şehirde komisyona falan gerek olmadığının da farkındayım)

4 Ocak 2015 Pazar

Kızılelma ve Alanya'daki Kesik Piramit Anıtı Sinan SEYDİOĞULLARI



KIZILELMA VE ALANYA'DAKİ KESİK PİRAMİT ANITI
                                                             Sinan SEYDİOĞULLARI

          Türk kültüründe Kızılelma, ulaşılması gereken hedefleri ve idealleri simgeler. Oğuz Kağan Destanı’nda Türklere hedef olarak gösterilen, büyük nehirlere ve büyük denizlere ulaşma şeklindeki Kızılelma, İslamiyet ile birlikte Allah’ın adını yüceltmek şeklini alır. Bugün barışın ve adil paylaşımın olduğu bir dünya düzenini yaratmak ülküsü olan Kızılelma, Türkler için batı yönünde ulaşılması gereken bir ülke, bir taht veya bir tapınak üzerinde parıldayan ve dünya egemenliğini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli, altın bir top olarak düşünülürdü. Türklerde eski bir töreye dayanan altın top, yani Kızılelma Oğuz Kağan’ın fetih sembolüdür.
          Bir örneği Alanya İskele Polis Karakolu kuzeyinde bulunan Kesik Piramit Anıtı ise, Masonların Dünya Devleti'nin simgesidir. 2000'li yılların başında Alanya'nın orta yerine dikilen bu anıtın yerine bir Kızılelma Anıtı'nın dikilmesi zamanı çoktan gelmiştir. 

* Siyonizmin simgesi yıkıldı 14 Ocak 2015 Çarşamba