20 Aralık 2018 Perşembe

Namussuzlar Sinan SEYDİOĞULLARI


Namussuzlar

                                                                                            Sinan SEYDİOĞULLARI




*Bu yazı ilk defa 31.09.1991 tarihli Yeni Alanya Gazetesinde Mizani mahlasıyla yayınlanmıştır.


Ahlaksız, ahlak sahibi bir çevreden,

Namussuz, namusuna düşkün bir çevreden,

Üçkağıtçı ise, dürüst bir çevreden nefret eder.

Çünkü böyle bir çevre ahlaksızın, namussuzun ve üçkağıtçının işine gelmez.

Onun içindir ki; ahlaksızlığı, namussuzluğu ve üçkağıtçılığı o çevreye yerleştirmek, bunları normal bir davranış biçimi haline sokmak ister ve böylece kendi ahlaksızlığını, kendi namussuzluğunu ve üçkağıtçılığını perdelemek ister.

Öyle ki; ortam ne kadar namussuz, ne kadar ahlaksız ve ne kadar üçkağıtçı olursa, kendisi de o kadar rahattır.

Asıl olan; namussuz, ahlaksız ve üçkağıtçıların öyle ya da böyle yönetimi ele geçirmemesidir.

Eğer onlar yönetimde olurlarsa, "namuslu, ahlaklı ve dürüst" tipini bir kenara koyup, "az namussuz" tiplemesini yapmak zorunda kalırsınız.

O zaman, siz de namussuzluğu yaşarsınız.

Satılık salatalık olursunuz.    

20 Kasım 2018 Salı

Anadolu Sinan SEYDİOĞULLARI

Anadolu
Sinan SEYDİOĞULLARI
*Bu yazı ilk defa, 22 Ekim 2001 tarihli Yeni Alanya Gazetesinde yayınlanmıştır.


Yeryüzünün bilinen en eski yerleşim ve tarımsal üretim yeri olan Anadolu, göçebe kabilelerin ve kolonici toplulukların sayısız akınına uğramış, çeşitli devletlerin yükseliş ve çöküşlerine sahne olmuştur.



Anadolu'nun son büyük Asur Kralı Asurbanipal'in (MÖ 668-627) kurduğu İngira/Ankhiale kentinin günümüze ulaşan tek kalıntısının kralın mezar anıtına ait, Mersin'in 3 km doğusundaki bir taş olduğu söylenir. Bir zamanlar üzerinde kralın taştan oyulmuş, parmağını şıklatan halde bir figürü bulunan mezar anıtında yazılanlar şöyle imiş: "Ey yabancı! Ye, iç, eğlen! Çünkü insana bunlardan başka kalan şeylerin şu kadar bile değeri yoktur." (1)



İnsanlık tarihi içten çürümeyi ve soysuzlaşmayı geç fark eden toplumların acı sonlarıyla dolu. Hele üzerinde yaşadığımız Anadolu, ahmaklığı kaldıramayacak kadar hassas bir coğrafya.



Beceriksiz ve kötü yönetimler, sistemin bütün enstrümanlarını kötülükte çığır açan insanların hizmetine sunmuş; ahlaksızlığı teşvik ederken, yüksek erdemliliği yermiş, zaman zaman da onun amansız bir düşmanı kesilmişler ve bir avuç mutlu azınlığa hizmet edegelmişlerdir. (Bugün) üretmeyen, sadece tefeciliği özendiren ve dışarıdan maniple edilen ekonomi kokuşmuş ve çürümüştür. (2)



Ne acıdır ki; endüstrileşmede, kentsel ekonomik etkinliklerde, kırsal yerleşim ve tarım politikalarında zamanında, yeterli ve gerekli ölçüde sağlanamayan gelişme, koloniye dönüşmenin alt yapısını oluşturmuştur.
-----------------------------------------------------
(1) Bilge UMAR, Kilikya
(2) Prof. Turan GÜVEN, Gelecek Gazetesi 30.03.2001    
  

14 Ekim 2018 Pazar

ABD'nin Ödediği Vergi ve Sonrası Sinan SEYDİOĞULLARI


                                         
          
                                                       ABD'nin Ödediği Vergi ve Sonrası 
                                                                          
                                                                                                           Sinan SEYDİOĞULLARI

          1785 yılında Osmanlılar, Akdeniz ticaretinde yer edinmeye çalışan ABD'nin iki gemisini, mürettebatıyla birlikte ele geçirip, Cezayir'e götürmüştü. ABD fidye olarak istenen 60 bin doları ödemeye yanaşmadı. 

          Ekim 1793'te Osmanlılar, Atlas Okyanusunda seyreden on Amerikan ticaret gemisini daha ele geçirdi. Dayı Hasan Paşa (Cezayirli Gazi Hasan Paşa) ile 1795'te imzalanan antlaşmaya göre, ABD'nin fidye olarak yaklaşık 2 milyon Meksika doları ödemesi ve her yıl 12 bin Cezayir altını (yaklaşık 22 bin Amerikan doları) tutarında nakit ya da çeşitli savaş gereçlerini vergi olarak vermesi kararlaştırıldı. 
     
          ABD Kongresi bu antlaşmayı 1796'da onayladı. 1797 yılı başında vergilerin gecikmesi üzerine, Dayı Hasan Paşa antlaşmayı tanımadığını ve savaşa gireceğini bildirdi. Bunun üzerine ABD, altı ay süre verilmesini istedi ve bunun karşılığında bir savaş gemisi hediye edeceğini bildirdi. 

          Yanında gezdirdiği aslanı ile ünlü Hasan Paşa, hediye edilecek geminin yanı sıra beş gemi daha istedi. Bu talebi de kabul edildi. Eylül 1800'de Amerika'nın yıllık vergisini taşıyan gemi Cezayir'e geldiğinde, Cezayir Dayısı Mustafa Paşa, Cezayir bayrağını çektirdiği gemiyi Osmanlı padişahına sunmak istediği hediyelerle birlikte İstanbul'a gönderdi. 

          1815 yılına kadar vergi vermeye devam eden Amerika, güçlü bir donanma oluşturdu ve Şubat 1815'te Cezayir'e savaş ilan etti. Savaşta gemisi isabet alan Cezayir donanma komutanı Hamit Reis öldü ve yapılan antlaşmayla Cezayir'e ödenen vergi kaldırıldı. 

          1816 yılı ortalarında bir İngiliz filosu, Cezayir donanmasını tamamen yok etti ve 1830'da Cezayir Fransızlar tarafından işgal edildi.

5 Ağustos 2018 Pazar

Ne Yediğini Bilmeyen, Ne Yediğinin Önemi Olmayan Bir Toplum Sinan SEYDİOĞULLARI

Ne Yediğini Bilmeyen, 
Ne Yediğinin Önemi Olmayan 
Bir Toplum
Sinan SEYDİOĞULLARI

                                                                                                                   

          Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları'na ait İslami Kaynaklara Göre Peygamberler adlı kitabın Nuh peygamberle ilgili bölümünde domuzun yaratılması şöyle anlatılır: "Rivayete göre gemide hayvan tezekleri çoğalınca Allah Nuh'a: 'Sen filin kuyruğunu çimdikleyerek sık' diye vahyetti. Nuh filin kuyruğunu çimdikleyerek sıkınca, kuyruktan birer tane erkek ve dişi domuz düştü. Onlar gemideki tezekleri yemeye başladılar..."  
          Kur'an'da ve geçerli hadislerde bulunmayan bu anlatımın Tevrat'tan geldiği ve İsrailliyat denilen uydurmalar olduğu bilinir. Bununla birlikte, bu tutarsız anlatımlar dini yayınlarda yer alır. Nuh tufanının MÖ 3500 - MÖ 3200 yılları arasında gerçekleştiğine dair kanıtlar vardır. Kur'an'da, Allah Nuh'a bir gemi yapmasını ve kendisine inananlarla beraber her hayvandan birer çift gemiye almasını söyler. Kur'an, Nuh peygamberin kavminin hak ve adalet gözetmeksizin sapkınlığa düşmesinden sonra cezalandırıldığından söz eder.
          Kavmin hak ve adalet gözetmeksizin sapkınlığa düşmesi bir yana bırakılıp, domuzun yaratılmasıyla ilgili uydurmaların öne çıkartılması akıl çapının yetersizliğine ya da sapkın inanç seviciliğine birer kanıttır. Böyle bir akıl çapıyla ve inanç sistemiyle, ancak pislik yiyen bireyler ve pislik yiyerek yaşama kültürü oluşur. Estetik ve etik hiçbir değerin önemi olmaz.
          Nuh peygamberin kavmi gibi hak ve adalet gözetmeksizin sapkınlığa düşen, domuzların yaptığı katkının binde biri kadar ekosisteme katkısı olmayan, ne yediğini bilmeyen, ne yediğinin önemi olmayan, sapık, haramzade, zındık, münafık bir toplum oluşur.                     


19 Mayıs 2018 Cumartesi

19 Mayıs 1919 ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk Sinan SEYDİOĞULLARI


19 Mayıs 1919 ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk

                                                                         Sinan SEYDİOĞULLARI

          15 Mayıs 1919 günü bir İngiliz savaş gemisinin korumasında İzmir Limanı'na giren Yunan gemileri şehirdeki Rumların sevinç gösterileri ile karşılandı. İzmir'e çıktığı gün 2000 kadar Türk'ü öldüren Yunan ordusu Batı Anadolu'da ilerleyip Manisa, Salihli, Denizli ve çevresini işgal etti. Anadolu halkı, kendini savunmak için yerel direniş örgütleri kurmaya başladı. İstanbul'daki Rum Patrikhanesi ile Samsun'daki Rum Metropolitliği Trabzon, Amasya, Samsun, Sinop ve Karahisar bölgelerinde bağımsız bir Pontus Rum Cumhuriyeti kurmak için ayaklanma hazırlıkları yapıyordu. İttihatçı Kara Vasıf (1880-1931) ve Kara Kemal (ö.1926) önderliğinde kurulan Karakol Cemiyeti adlı Türk gizli örgütü, İstanbul'dan Anadolu'ya silah ve insan kaçırıyordu. Çanakkale muharebelerinde Anafartalar kahramanı olarak öne çıkan Mustafa Kemal Paşa, arkadaşlarıyla birlikte Ayyıldız Komitesi'ni kurup, Osmanlı Hükümeti'ni ele geçirmeyi planladı, ancak bunu başaramayınca, direnişi örgütlemek üzere Anadolu'ya geçiş kararı aldı. Samsun'a gitmeden önce padişahın huzuruna çıktı.
 
          Osmanlı Padişahı Sultan Vahidettin (1861-1926), veliaht iken Almanya’ya yapmış olduğu seyahate askeri danışman olarak katılan ordu komutanı Mustafa Kemal’e Boğaziçi'nde bulunan İngiliz donanmasının saraya yönelik toplarını göstererek, şunları söyledi: "Görüyorsun... Ben artık memleket ve milletin nasıl kurtarılması gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum... İnşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni ve gerekse kendisini kurtarır." “Paşa! Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden önemli olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!...”

          19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa geniş bir kurmay kadrosuyla birlikte Samsun'a çıkarken, Osmanlı Sadrazamı (Başbakanı) Damat Ferit Paşa ve Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal'in de içinde yer aldığı bir grup 23 Mayıs 1919'da İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyeti'ni kurdu. Anadolu'ya geçen M. Kemal'in gerçek amacı, Fevzi Paşa'nın anılarında belirttiği gibi, hükümet şeklini değiştirmek ve cumhuriyeti gerçekleştirmekti. M. Kemal'in çevresinde bulunanların çoğu, saltanat ve hilafet yanlısıydı. Bu nedenle M. Kemal önceleri saltanat ve hilafet taraftarı olarak göründü. 

          
1919 Haziran sonlarında Osmanlı Hükümeti İngilizlerin talebi üzerine, M. Kemal Paşa'yı bir telgraf emriyle İstanbul'a geri çağırdı. Dönmeyince, 6 Temmuz günlü padişah emriyle, ordu müfettişliğinden alınan Mustafa Kemal, 8 Temmuz 1919'da ordudan istifa etti. 9 Temmuz'da Erzurum'da Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret eden, Mondros Mütarekesi koşullarını gözetmek ve yürütmekle görevli İngiliz Albay Rawlingson, kongrenin zor kullanıp, dağıtılacağını söyledi. Bunun üzerine aldığı cevap; "Kuvvete kuvvetle karşı koyarız" oldu. Doğu Anadolu ve Trabzon'daki yerel direniş örgütleri, itilaf devletlerinin doğudaki altı vilayeti Ermenilere verme ve Doğu Karadeniz'de bir Pontus devleti kurma planları karşısında, bir araya gelme kararı aldı. Osmanlı Hükümeti, kongreyi yönetenlerin tümünü suçlu kabul etti ve tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesini bildirdi.
 
          Rauf Orbay anılarında Kazım Karabekir'in Temmuz 1919'da kendisine, "Her cephede vuruşmakla başlayıp, genel bir zaferle sona erecek olan bu memleketi kurtarma davasında, bize komuta etmek yetki ve gücüne sahip olan tek kişi Mustafa Kemal Paşa'dır" dediğini yazar. 

          Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hedefinde tam bağımsızlık ve çağdaş uygarlığa ulaşmak vardır. Bağnazlığa, dini baskı ve sömürüye, aynı zamanda Batı’ya sığınmak ve Batılı olmak fikrine karşıdır. Türk milletinin, asıl mayası olan Doğu kültüründen tamamıyla soyutlanmaması gerektiğini savunur. 

          Amerikalı bir gazetecinin sorusu üzerine, “Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir” diyen ve yabancı şirketlerin yönetiminde olan madenleri, limanları ve demiryollarını millileştiren Atatürk şöyle söyler: “Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.” “Milletimizde önce bir emel, bir karakter, bir ruh yaratmak Allah’tan ve Medinei Münevvere’de yatan Cenabı Peygamber’den sonra bize düşüyor.”

          Hayatta tam zevk ve mutluluğun, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı ve mutluluğu için çalışmakta bulunabileceğini söyleyen M. Kemal Atatürk’ün, 1930 yılında Antalya’ya yaptığı bir gezi sırasında yaverine söylediği şu sözleri, vasiyet olarak değerlendirilebilir: “Uzun yıllar, hatta asırlarca dünyanın gidişinden habersiz, bir takım bilinçsiz yöneticilerin elinde kalan bu cennet ülke, düşe düşe şu acınacak hale düşmüş... Büyük işleri yapmaya doğuştan hazırlıklı olan zavallı halkımız ise kendisine kutsal inanç şeklinde aşılanan bir sürü batıl görüş ve inanışın etkisi altında uyumuş kalmış... Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın belleğinde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunanlardan bekleme alışkanlığı. İşte bu düşünceyle, herkes kadere boyun eğme ve büyük bir gevşeklik içinde, bütün iyilikleri bir kişiden, yani şimdi benden bekliyor. Ama sonuçta ben de bir insanım be birader, kutsal bir gücüm yoktur ki... Bütün bu sorunların, bütün gereksinimlerin giderilmesi, her şeyden önce, alışılmış olandan çok başka koşullar altında yetişmiş, bilgili, geniş düşünceli, engelleri yenme kararında olan, özveride bulunabilen ve uzmanlaşmış adam sorunudur; sonra da zaman ve olanak sorunu. Bu bakımdan, öncelikle kafaları ve vicdanları eski, geri, uyuşturucu düşünce ve inançlardan temizleyeceksin; işleri ülkücü ve enerjik insanlardan oluşmuş, düzenli, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet mekanizması kuracaksın; sonra bu mekanizma halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, işleyecek, böylece ülke ileriye, refaha doğru yol alacak. Başka çaremiz yoktur. İleri milletler seviyesine erişmek işini bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da olanaksızdır... Durumumuzu bilmekle beraber, cesaretimizi yitirmemeli; umut ve heyecan içinde yolumuza devam etmeliyiz.”    

28 Nisan 2018 Cumartesi

Haksız Kazanççılık ve Hırsızlık Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ

Haksız Kazanççılık ve Hırsızlık 

                                                                                         Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ


HAKSIZ KAZANÇÇILIK ve HIRSIZLIK

“Arzularımız o kadar şiddetlidir ki bazen birbirimizi parçalamak isteriz. Ama topluluk duygusu bizi durdurur. Lütfen not edin: İşte bu, neredeyse ahlakın tanımıdır.” Nietzche

Medyada şöyle haberler: “Türkiye, 168 adet OECD ülkeleri arasından Meksika’nın ardından yolsuzluğun en çok görüldüğü ikinci ülke oldu.” 08-06-2016. Rapor, “Otokratik liderlerin olduğu ülkelerde yolsuzluğun arttığı” tespitini yapıyor. Sadece ifade özgürlüğünün, şeffaflığın, güçlü demokratik kurumların, sivil toplum ve medyanın iktidardakilere hesap sorabilir olduğu ülkelerde yolsuzluklar azalıyor.”

Türkiye’de toplumsal haksız kazanççılığa örnekler: 5 TL’lik bir tavuk yardımında, 1 TL’lik naylon top dağıtımında, onları haksız bir şekilde elde etmek için birbirini ezen halk haksız kazanççıdır. “Son 5 yılda internet aracılığıyla yasa dışı bahis oynadığı belirlenen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 2 milyon 500 bin kişiye ceza kesildi.” (8.Eylül.2016, Gazeteler)

Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun 2017 ve 2018 yılında verdiği kararlar, kamudaki “etik ihlallerini” ortaya koydu. Kurul kararlarına göre, kendi eserlerini sahneletip yüklü telif alan genel müdür de var, bir şirkete ait aracı kendi aracıymış gibi kullanan kaymakam da, eşini yasaya aykırı olarak daire başkanı yapan teftiş kurulu başkanı da. 06 Mart 2018.

Başbakan’a ayrı, vatandaşa ayrı sözleşme: Bir milletvekili, Başbakan ile eşinin İstanbul Kadıköy Fikirtepe kentsel dönüşüm alanındaki arsaları için, diğer arsa sahiplerinkinden farklı imtiyazlı özel sözleşmeler yapıldığını söyledi. Bu vicdana sığmaz, bu eşitlik ilkesine aykırıdır. 06 Mart 2018.

Bakkala gitmek için geçen yılın ekim ayında evden ayrılan ve 4 ayı aşkın süredir haber alınamayan N.K. (15), İzmir’e götürüldüğü kişilerce serbest bırakıldı. Ailesine kavuşan N.K., “4 ay boyunca bana sürekli ilaçlı su verip, bayıltarak, tecavüz ettiler” dedi. 8.Mart.2018

Her yıl bir kabzımal, bir yiyecek malzemesi ile toplumu çalıyor. Vatandaş, az sayıdaki istisnaları hariç, fırsatını bulduğunda birbirini bir şekilde çalıyor. Toplumun her kesimi, bir şekilde birbirlerinin maddi değerlerini çalıyor.

Milyonlarca liralık yolsuzluğu müfettiş raporlarıyla tespit edilen medyaya düşen bir kişi, Diyanet Başkanı olabiliyor.  Bilimsel hırsızlık (intihal) yaptığı tespit edilip profesörlüğü geri alınan kişi önce Başbakanlık Müsteşarı, sonra çeşitli bakan ve sonunda Milli Eğitim Bakanı yapılabiliyor.

Türkiye’de en büyük maddi hırsızlık, müteahhitlik alanında yaşanmaktadır. Çünkü ülkenin en çok yaptığı iş inşaattır. Bütün devlet kurumlarının da yaptığı en önemli iş inşaattır. Çünkü devletin en büyük paraları en kolay yol olan inşaatla transfer edilebilmektedir. Devlet binalarının ihalelerini alan inşaat müteahhitleri, inşa ettikleri binalarda malzeme ve işçilikten hatta üç kuruşluk musluk contasından bile çalıyorlar.

Kolektif Hırsızlık
Bazı örneklerini alıntıladığımız Medyaya yansıyan suç oranlarının miktarı ve çeşidi üzerinde sosyolojik analiz, Türkiye’de kolektif haksız kazanççılığın egemen olduğu tespitini yapıyor.

HIRSIZLIĞIN NEDENLERİ
Hırsızlığın nedenlerini, ilgili bilim dallarıyla ve felsefe disiplinleriyle tanımaya ve tanımlamaya çalışacağız.

ANTROPOLOJİK NEDEN
Doğa ve Orman Durumu, Avcı-Toplayıcılık
İnsan, ormanda ve doğada yaşadığı devirlerde avcı-toplayıcılıkla yaşarken haksız kazanç kavramına sahip değildi. Çünkü mülkiyet kavramı yoktu. Doğada var olan şeyler, herkese açıktı. “Başkasının malı” kavramı söz konusu değildi. Kim elde edebiliyorsa onun idi.  Hırsızlık, başkasının mülkünü elde etmekle gerçekleşir. İşte günümüzde bu başkasının malı kavramı gelişmemiş avcı-toplayıcı dönemde kalmış kişiler, hırsız olurlar.

Homo Sapiens/Homo Rasyonale/Homo Ferus
Hırsızlık, insanın, akıllı insan dediğimiz homo sapiens ya da “homo rasyonale” olmadan önce doğada ve ormanda yaşadığı “homo ferus” yani vahşi insan olduğu dönemdeki yapısıdır. Doğa yaşamında henüz insani değerler mevcut olmadığından, hırsızlık ve haksız kazanç kavramları yoktur. Çünkü mülkiyet sistemi yoktur. Bu nedenle çalmak kavramı da yoktur. Bir şeyi hak etmenin ölçüsü, onu güç, beceri ve imkanla elde edebilmektir.

FELSEFİ NEDEN
Antropomorf/Antropofor
Felsefeye göre hırsız insan; henüz insanlaşamamış insan görünümlü hayvan yani antropomorf insandır ya da insanlaşmakta olan antropofor hayvandır. Bedensel olarak insandır ama doğa olarak hayvandır. İçinde hayvanlığın egemen olduğu insandır.

Hayvanımsı İnsan, İnsanımsı Hayvan Olmak
Hırsızlık, kişinin hala, ilkel dönemlerde ormanda yaşadığı animal halde olmasıdır. İnsanlığın ürettiği insani değerlere henüz ulaşamamasıdır. Hayvani doğanın, insani doğaya dönüştürülememiş halidir. Bu kişiliğe Farabi, “hayvanımsı insan”, felsefe ise “insanımsı hayvan” adını verir. Hayvaniliğin iki temel özelliği vardır; biri beslenme, diğeri üremedir.

Animallık
T. Hobbes (1588-1679)’a göre, “Bütün canlılarda “doğa yasası” vardır. Bu yasa gereği bütün canlılar, doğal olarak kendilerini koruma ve varlıklarını sürdürme içgüdüsü ile hareket ederler. İşte bu doğa durumunu aşamayıp insan olamayanların, varlıklarını sürdürme üzerine kurulu doğal sistemi dışında insani değerleri olmaz. Bu kişiler, hem doğanın hem de bir insan efendisinin kölesidirler. Efendilerin, kölelerinin üzerindeki egemenliği despotluktan başkası olamaz. Köleler, doğa ve insanın zor tehdidi altında hizmet ederler. İşte bu, insanın doğa durumunda kalmaktan kurtulamadığı bir durumdur. Bu ise, insanlaşmanın önündeki en büyük engeldir. Bu köleleştirici unsurları def etmeye cesareti olmayan insan, insan değil, sadece doğal canlıdır.”

W. Hegel (1771-1831) şöyle der: “Köle, ölüm korkusuna teslim olduğu için, hayvani doğa durumunun üzerine yükselememektedir. Kendisini koruma çabası içindeki kölenin çabası övgüye layık ve soylu değildir. Doğa durumu, şiddetten hali ve onda özgürlük olamaz.”

“Haksız kazanççı kişi, kendi başına özgür bağımsız bir kişi yani bizatihi varlık değildir. O, hayvansal açgözlüğün baskısı altında kalmış köledir. Özgürlük, en genel anlamda, insanın üzerinde iç ve dış her hangi bir zorlayıcı unsurun ve engelin olmamasıdır. Ormanda yiyecek arayan aç bir ayı, sadece biçimsel anlamda özgürdür. Açlığına ve içgüdülerine bağımlı davranmaktan başka bir seçeneği yoktur. Ayılar, yüce amaçlar için açlık grevi yapmazlar.”

“Taşın ve ayının davranışları; biyolojik-mekanik çalışan içgüdüleri, doğal varlıklar ve çevreleri tarafından belirlenir. Bu anlamda makine gibidirler. Belli doğal kurallara göre işlemek üzere programlanmışlardır. Burada beşeri değerler değil hep fiziki yasalar geçerlidir.”

Arzunun Coşkusu (Libido), Vecd (Extasi) Hali
Vecd hali, insanın, kendisinden geçip kendisine malik olamadığı halidir. Vecd halinde kişi, biyolojik orijinal haline geçer. Libidosu gereği arzuları coşar. Doğal hal, biyolojik ya da animal haldir. Kişinin, parayı görünce kendisine malik olamayışı, kendinden geçerek extasi hali olan vecde gelmesi, o kişide tanrının değil malın etkili olduğunu gösterir. O kişi, tanrıya değil, mala inanıyordur. Çünkü kendinden geçtiğinde arzusunun coşkusunun, tanrıda değil malda olduğunu gösterir.

PSİKANALİTİK NEDEN
Hayvansal Benlik/İd Benliğinin Egemenliği
İd benliği; insanda doğuştan bulunan biyolojik, animal benliktir. Tek hedefi; bedenin varlığını sürdürmektir. Bu nedenle tek düşüncesi, yem bulmak ve üremek gibi bedenin biyolojik ihtiyaçlarının en bencilce doyurulmasıdır. Kendisini yalnızca bu ihtiyaçlara göre ayarlar. Bir çeşit, insanın içindeki doyumsuz hayvandır. İnsanı hayvan gibi hareket ettirir. Freud’a göre id, kişinin ilkel benliğidir. Hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Hiçbir sosyal kuralı önemsemez. Tek istediği, isteğinin yerine getirilmesidir. İd, baskın olarak bebeklerde görülür. Bu nedenle ona, “kişiliğin çocuksu tarafı” da denir. İd benliğinin egemenliğindeki birey, insanın bebeklik evresindedir ve insan olgusundan yoksundur. Hırsız, “id” benliği ile hareket eden kişidir.

Süperego Benliğinin Yokluğu
Süperego, insanın toplumsal benliğidir. İnsani kural ve değerlerle insanı yönetir. Buna vicdan da denilebilir. İyi ya da kötüyü birbirinden ayırmakla oluşur ve gelişir. Hümünalliğin içselleştirilmiş halidir. “İd” benliğinin ihtiyaç ve talepleriyle çatışma halindedir. Dürtü ve güdüleri durdurma ile ilgilenir. Örneğin alt bilinç olarak izah edilen id, acıktığı zaman hemen bir şeyler bulup yemeyi amaçlar. Ancak süperego, bunun insani değerlere ve kurallara uygun olması veya olmaması gerektiğini hatırlatıp onu dizginler. Hırsız kişide süperego benliği mevcut değildir.

BİYOLOJİK NEDENLER
Biyolojik-Animal Düşünme
İnsanda biri biyolojik-animal, diğeri lojik-hümünal olmak üzere iki türlü düşünme vardır.  Biyolojik düşünme; kimyasal düşünmedir. Fizyolojik bir süreç olarak doğal kimyasal hormonlarla oluşan doğal beyin (brain)le düşünür. Bütün canlı biyolojik bedenler gibi, beşeri aklın kontrolü yoksa, insan da bedensel hazların yönlendirmesiyle otomatik hormonal yani animal düşünür. Beşeri sonuçlarını düşünmeksizin içgüdü ve dürtüleriyle davranır. Bu düşünüş çocuklarda çok bariz görülür. Animal düşünmenin sonuçları hayatın her kademesinde görülür. Hırsızlık yapan kişi, biyolojik-animal akıl ile hareket eden kişidir. Sadece fiziksel varlığı ve doğal sistemi sürdürme üzerine tek boyutlu çalışır. Başka bir şey düşünmez. Varlığını sürdürmek, yem bulmak ve bir başkasına yem olmamak üzerine kuruludur. Çünkü doğal dünyada ve evrende her şey birbirini yemdir. Bir canlının yemi, yine bir başka canlıdır.

Çıkara Dayalı Düşünme
Eğer insan da, sadece yem ya da çıkarına dayalı tek boyutlu düşünüyorsa animal düşünüyor demektir. Bu kişi, haksız kazanççılık, hırsızlık ve yolsuzluk yapar. Çıkara dayalı tek boyutlu animal düşünmeye bir örnek de; pencerelerden insanların üzerine örtü, halı, kilim silkeleyerek pislik dökmektir. Hümünal düşünme, insani ve çok boyutlu düşünmedir. İnsani kuralları ve değerleri düşünerek hareket eder. Hırsız kişi, kesinlikle hümünal düşünme ile hareket etmeyen kişidir.
PSİKOLOJİK NEDEN
Kestirmecilik
Kestirmecilik; bir işi, yapılması gerekenleri yapmaktan kaçınarak yapmaktır. Az ve küçük iş yaparak büyük kazançlar elde etmek isteğidir. Kestirmecilik animal bir yapıdır. Bütün canlıların biyolojik yapıları hedefe ulaşmada kestirmecilik üzerine programlanmıştır. Mesela köylerde insanlar bir yere gidecekleri zaman, önlerine eşek ya da köpek gibi hayvanları geçirirler. Çünkü onlar en kestirme yolu bulurlar.

Dolayısıyla insanın da biyolojik yapısı kestirmeciliği ister. Şayet insan beşeriliği devreye sokmazsa animal kestirmeci davranacaktır. Kestirmeci insan ibadetlerini de çok hızlı ve çabuk ifa eder. Parayı kestirme yollardan elde etmeye çalışacaktır.

Piromani
Çalma ve başkalarına karşı yaptığı zarar vermelerle büyülenme, bunlara merak duyma ve bunları çekici bulmadır. Antisosyallik özellikler taşır.

Kleptomani
Kleptomani, çalmaya duyulan aşırı istektir. Arzunun coşkusunun, kişiyi çalmaya zorlamasıdır. Başkalarına ait eşyayı elde etme hissidir. Sebebi, çalma içgüdüsüdür. Kendisini çalmaya zorlayan bir itkinin olmasıdır. Bu itki hormonal içsel, sosyal dışsal olabilir. Aynı zamanda kendi doğal yapısını kontrol edememe psikolojik hastalığıdır.

Türkiye’de insanlar, ne kadar çok olursa olsun, helal paraya razı olmuyorlar. Helal kazanç ne kadar çok olursa olsun, onunla yetinmiyor. Ondan çok daha az olsun ama haram ya da haksız kazanç olsun istiyor. Haram kazancı çok tatlı görüyor. Bu düşünce, kleptomani hastalığının işaretidir.

Makam ve Mevki Düşkünlüğü
Acziyet ve Tamah
Acziyet; hem kazanma kapasitesinin yokluğu hem de çalmaya zorlayan dürtüye karşı direnme acziyetidir. Obsesif-zorlayıcı bir psikolojik davranış bozukluğudur. Acizlikle tamahkarlık birlikte gider. Yolsuzluk ve hırsızlık yapmak, kendi kapasitesiyle kazanma acziyetinin ama zengin olma tamahının göstergesidir. Hele de kendisine emanet edilen millet parasını çalıyorsa, bu insanlığın yüzkarası ahlaksızlığıdır. Emanete hıyanettir. Her türlü melun hasletlerin sahibi olunduğunun göstergesidir.

Tahterevallicilik
Tahterevallicilik; birinin yükselmesi, öbürünün alçalmasına bağlıdır. Birinin alçalması, öbürünün yükselmesine bağlıdır. Hırsızlık tahterevallicilik sistemidir. Çünkü hırsızlık; başkasının malını azaltarak kendi malını çoğaltmaktır. Tahterevallicilik, geçmişin sistemidir. Çağımızda tahterevallicilik yerine asansör sistemi gelmiştir. Böylece birinin yükselmesi başkasının alçalmasına, alçalması da başkasının yükselmesine bağlı değildir. Herkes kendisi yükselir ve alçalır, çıkar ve iner.

TEOLOJİK NEDEN
Hırsız olmanın teolojik nedeni, kutsal kitapların zihniyetine sahip olmamaktır. Kuran, “hak geldi, batıl yok oldu,” demektedir. Bunun ne demek olduğu şu ayette görülür: “Mallarınızı batıl yollarla yemeyin.” Bu ayet nedeniyle, batıl yolla başkasının malını yemek olan “faiz” yasaklanmıştır. Şimdi faiz düşmanlığı yaparak, insanların malını batıl yolla yemek ne demektir. Haksız çıkarcı olmayı, imanının zayıflığına bağlamak, sorunun nedenini ortaya koymuyor. Tanrının gücü, insanın biyolojik dürtülerine galip gelemiyor demektir.

Tarih eserleri, din anlatanların ve dinsel yöneticilerin hırsızlık yaptıklarını kaydeder. Dinsel kişilerin hırsız olmalarını tespit edebilmek için dinlerin özüne (numen) bakmak gerekir. Dinin numenini tespit etmek gerekiyor. Dinselliğin egemen olduğu tarih boyunca, hırsızlığın önlenememesi, dinlerin ahlakının öz karakterinden kaynaklanır.

Gerçek Varlık Anlayışı
İnsanın ontolojik varlığı, varlığını simgeleyen nesnelerden ibarettir. Kişinin baskın ve temel tutkusu, esas amacı ve hedefi olan şey, onun gerçek varlık anlayışını ortaya koyar. Dolayısıyla inandığını iddia ettiği halde, haksız kazanç peşinde koşan kişinin ve toplumun gerçek varlığı inanç ve Tanrı değil, inançsızlık ve tanrısızlıktır. Çünkü bu durumda bağ, inançla ve tanrıyla tanrı değil, haksız maddi çıkarladır. İnsanın gerçek varlığını yansıtan nesne, tanrı değil, maddedir. İnsanın gerçek varlığı ve kişiliği, kendisini yansıtan nesnelerle görünür ve bu nesneler onun ne olduğunun dışavurumudur. Bu aynı zamanda tanrıya ve maddeye olan uzaklığı ve yakınlığı gösterir.

Haksız Kazanca Dayalı Din Fetvaları
İlahiyat profesörüne, yolsuzluğun haram olmadığına dair fetva bile verdirilebiliyor. Toplumunun % 94’ünün haksız kazanç olan yolsuzluğu ahlaksızlık görmediği, İlahiyat Profesörü yolsuzluğun hırsızlık olmadığı fetvasını verdiği bir ülkede toplumsal ahlaktan söz edilemez.  Mesela faizin haram olduğu üzerinde ısrarla duran bir Müslüman, oğluna bir devlet kadrosu sağlamak hatta kendisinin hacca gitmesi için neden torpil yaptırır? Faiz de, torpil de, başka bir Müslümanın hakkını yiyerek elde edilen haksız kazanç aracıdır. Torpille elde edilen haksız kazançları helal gören bir ahlaksızlık anlayışı Türkiye’de egemendir.

Faizin haramlığı üzerinde ısrarla durup, hem Müslüman olanların hem de Müslüman olmayanların malını kanuni ya da kanunsuz yollarla dolandırma üzerinde durmamak. Mesela piyango kanun ile meşrudur ama dine göre meşru değildir. Fakat seksen milyonluk ülkede altmış milyon adet piyango satılmaktadır. Haksız kazanç elde etmeyi, yalan söyleyerek devlet yardımları almayı, hurdalı ve sahte mal satmayı din ile meşrulaştırıyor. Davranışların motoru, kişisel çıkar olduğu için çıkarına tehdit gördüğü kişileri kafir ilan ediyor. Çıkarı gerektirdiğinde kadınların erkeklerle el tokalaşması haramdır, çıkarı gerektirdiğinde de onu helal görebiliyor. Bütün bunların sebebi, toplumsal ahlakın ülkede egemen olmamasıdır.

Din ve Ahlak Eğitimi
Türkiye’de din ve dinsel ahlak eğitiminin verilişi, insanları kestirmeden haksız kazanççı yapmaktadır. Sadece inanma ile üstün olunacağı, camiye az bir liralık yardımla cennette köşk alınacağı, bir birim sadakaya binlerce misli karşılık verileceği gibi eğitimler, insanları kestirmeci büyük haksız kazanççı yapmaktadır. Ayrıca, kötü ahlak fiilleri anlatılarak ahlak eğitimi verilmektedir. Bu durumda kişilerin akıllarında olmayan kötü fiiller akıllara sokulmaktadır.

ETİK NEDEN
Hırsızlığın bir diğer nedeni bireysel, siyasal ve toplumsal ahlak yokluğudur. Demokratik ülkelerde özellikle toplumsal ahlak çok önemlidir. Çünkü demokrasilerde en etkin denetleyici halktır. Ülkede bireysel ve siyasal ahlak bulunmayabilir. Ama eğer toplumsal ahlak egemen değilse orada bireyler de siyaset de ahlaksızlık yapar. Toplumsal ahlak, ahlaksızlık yapan bireyleri ve siyaseti dışlamalıdır. Dışlamadığı takdirde hem demokrasi olmaz hem de haksız kazanççılık kolektif hal alır.

EKONOMİK NEDEN
Kapitalistleşememek ve Demokrasi
Demokrasi kapitalizm ile birlikte gider. Kapitalistleşemeyen ülkelerde demokrasi sistemi olduğunda haksız kazanççılığı önlemek imkansızdır.

Devlet Eliyle Kapitalistleşme
Burjuvalaşma
Kapitalizm çağında devletlerin ekonomik sistemleri kapitalistleşmek zorundadır. Kapitalizm, özel ekonomik kuruluşlarla olur. Fakat zamanında kapitalistleşemeyen ülkeler, devlet eliyle kapitalistleşmeye çalışırlar. Siyasal iktidarlar, kendi elleriyle özel büyük şirketler oluştururlar. İşte burada ayrımcılık yapabilirler. Nasyonalleşmemiş, eşitlikçi olmamış iktidarlar ayrımcılık yaparlar, ülkede yaşayan herkesi vatandaş ve eşit görmezler. Bu durumda yolsuzluk kaçınılmaz olur. Özel işletmeler, devlet parası almak için iktidarın kölesi olurlar. Medya, özgürlüğünü kaybeder. O ülkede demokrasi olmaz. Çünkü medya, demokrasiyi denetleyen toplumun sesidir.

Kapitalizm, ticaretle kişisel zenginleşmeler sonucunda doğmuştur. Bu sınıfa burjuvazi yani tüccar sınıfı denir ve Kapitalim öncesi bir ara aşama idi. Kapitalizme geçtikten sonra kişisel zenginleşme yoktur. Kapitalist dünyada işletmeler şirketlerindir ve yönetim kurullarınındır, kişilerin değildir. Kişisel işletme sisteminde işletmeler, kişisel sahiplerinindir. Fakat Türkiye’de kapitalistleşme, kapitalizm öncesi geçmişin ekonomik sistemi olan kişisel burjuvazi olarak algılanıyor ve öyle uygulanıyor. Şirketler, sahibi olan kişilerin görülüyor.

Kişisel iş yapan zenginlerin kapitalist olmaları artık imkansızdır. Çünkü kapitalist ekonomi küresel çapta işletme sistemidir. Sektörler ve piyasalar, kapitalist şirketler tarafından paylaşılmış ve küresel tekele alınmıştır. Artık kapitalistleşip onların arasına girip sektör ve piyasa kapmak çok zor görünür.

İşte Türkiye’de yazılı sistem olarak kapitalist kurumsal ekonomik sistem vardır ama uygulamada geçmişin kişisel işletme sistemi egemendir. Kapitalist sistem, kafalarda mevcut olan eski kişisel sistem kalıplarına dökülerek algılanmakta ve uygulanmaktadır. Her şey, insanların mevcut düşünce kalıplarına dökülerek algılanır ve uygulanır. O nedenle öncelikle insanımızın düşünce kalıpları çağdaşlaştırılmalıdır. Gerçi çağdaşlaştırılsa da çok geç kalınmıştır. Çünkü kapitalizm çıkalı iki asır olmasına rağmen Türkiye hala kapitalistleşememiştir. Hala kurumsal değil, kişisel işletme anlayışındadır. Bu nedenle işletmeler kapitalist dünyada kurumların iken Türkiye’de hala kişilerindir.

“Kapitalizmde zengin olmak yoktur, kurumsal büyümek vardır. Burjuva sisteminde büyümek yoktur, kişisel zengin olmak vardır.”

SİYASAL NEDEN
Devlet Otoritesi Yokluğu
Bir ülkede haksız kazanççılık ve hırsızlık yaygınsa, orada devletin kanun otoritesi yoktur demektir. Kanun hakimiyetinin olduğu ülkelerde haksız kazanççılık ve hırsızlık yapılamıyor.

Siyasetin Yapısı
Bir ülkede siyasetin yapısı, haksız kazanççılık üzerine kurulu ise, orada haksız kazanççılık önlenemez. Bir ülkede haksız kazanççılık yaygın ise orada mutlaka bu işlerin içerisinde siyaset vardır. Siyasal destek olmaksızın hiç kimse hem hırsızlık imkanı elde edemez hem de hırsızlığa cesaret edemez.

Türkiye’de Siyasetin Çok Önemli Olması
Türkiye’de siyasetin ve iktidara gelmenin çok önemli olmasının izahını felsefe yapmaktadır. Felsefi analiz bize; Türkiye’de siyaset, haksız kazanç elde etmek amacıyla yapılmaktadır. Çünkü eline siyasal yetki geçiren kişi, hem kendisine hem de istediği başkalarına, kanuna uydurarak ya da kanun dışı ülkeyi kemirterek haksız kazanç sağlayabilmektedir. Bu nedenle Türkiye’de siyaset çok önemli ve değerli olmaktadır. Fakat Batı ülkelerinde siyaset önemli değildir. Çünkü orada hiçbir yetkili kişi, ne kendisine ne de başkasına haksız kazanç sağlayabilir.

Bu nedenle Türkiye’de devletin nimetlerinden yararlananlar, devletin savunucuları ve dostları oluyorlar. Bu kişiler, devletin nimetlerinden yararlanamadıklarında devletin düşmanı olurlar. Nitekim iktidar ellerinde olmayınca devleti “darul harb (düşman ülkesi)” ilan ederler, iktidarı ele geçirdiklerinde devlet dostu olmayı tekellerine alırlar.

Türkiye siyaseti kişici olduğu için, ülkedeki bütün millet için harcanması amacıyla devlete milletin devrettiği nimetleri, sistem doğrultusunda değil, yetkili kişi kişisel kararlarıyla istediği kişilere dağıtabilmektedir. Böylece bir kesim haksız kazanç elde edebilmektedir.

ABD Başkanı hem kendisi maaşının dışında bir kuruş haksız kazanç elde edemez hem de devletin kaynaklarını istediği kişilere veremez. Ne kendisine ne de başkasına haksız kazanç sağlayabilir. Bu nedenle Türkiye’de iktidar partisinin mesela ilçe başkanı ABD’de Başkan olmak istemez. Çünkü bu ilçe başkanı iktidar sayesinde devlet kadrolarından tutun da ruhsatlar, imar rantları ve ihaleler gibi maaşının dışında binlerce kat haksız kazanç elde edebiliyor.
 Torpil/Nepotizm
Ülkeyi Yemek
İç Dinamik Yokluğu; Dış Güç İhtiyacı
Nepotizm; işe almada, terfide, devlet nimetlerini dağıtmada akraba ya da başkasına yapılan, adam kayırma ve adil olmayan ayrımcılıktır. Ülkeyi yeme sistemidir.

Kişinin kendi iç donanım dinamikleriyle terfi imkanı bulunmayan ve siyasal gibi dış güçle terfi imkanı bulunan ülkelerde kişiler, haksız kazanççı olurlar. Gerekli iç güç olan bilgi, donanım, ehliyet ve liyakate gerek olmaksızın, dış güçle terfi etmek, toplumların ve onun siyasal ve sosyal kurumların hatta insanların içini boşaltır. O toplum, gittikçe dirençsiz ve içi boş aktörlerle yönetilir. Nepotizmin, işletmelere, topluma ve sonuçta ülkeye çok büyük zararlar doğurması kaçınılmazdır. Siyaset vasıtasıyla nepotizm ve torpil, bir toplumun içinin boşalmasına en etkili nedendir. Dolayısıyla nepotizm ve torpil yapanlar, toplumlarının uzun vadedeki en büyük hainleri olurlar.

Devletin Sahipsiz Oluşu
Demokrasilerde devletin sahibi halktır, çünkü yönetim halkındır. Halk, seçtiği vekillerine, kendisini yönetme yetkisi verir. Fakat halk, yönetimi denetler. Halkın, yönetimi denetleyebilmesi için önce dürüst, sonra da yönetimin tasarruflarını izlemesi ve onları anlayabilir bilgiye ve düşünme gücüne sahip olması gerekir. Dürüst olmayıp, bilakis kendisi halkını sömüren, cahil ve düşünemeyen halklar, demokrasilerde yönetimi denetleme görevini ifa edemezler. O toplumda haksız kazaççılık eksik olmaz. Bu durumda bireyler, istedikleri yolsuzlukları ve kanunsuzlukları yaparlar. Toplumsal dürüstlüğün egemen olmadığı ülkelerde haksız kazanççılık eksik olmayacaktır.

“Türkiye’de bütün kavgalar, devletin ve ülkenin servetlerini haksızca elde etmek içindir.”

SONUÇ
Kendi Toplumunu Sömürmek
Ekonomik Ensest İlişki
Siyaset felsefesine göre; bir millet demek bir aile demektir. Dolayısıyla yolsuzluk, rüşvet ve diğer haksız kazanç yollarıyla kendi ülkesini ve toplumunu sömürmek, iktisat felsefesine göre “ekonomik ensest ilişki”dir. Çağımızdaki insaniliğe göre en büyük ahlaksızlık, bu ilişkidir. İnsanlığın çağımız çizgisinde ekonomik ensest ilişkici kişiler, toplumun en büyük iç düşmanı olarak görülürler. Çünkü yaptıkları eylem, dış düşmanların yaptıklarının aynısıdır. Dış düşman da, diğer toplumları sömürür, kanlarını emer.

Batılıları sömürgecilikle suçlayanlar, maalesef ülkemizde iç sömürgecilik yapmaktadırlar. Dış sömürgeciler şereflidirler, ama iç sömürgeciler şerefsizdirler. Çünkü dış sömürgeciler kendi insanını sömürmez, yabancıları sömürür. İç sömürgeciler yabancıyı sömüremeyip, gücü yettiği kendi insanını sömürürler. Ülke dışından ülkeye para kazandırma becerisini gösteremeyen ve vatandaşını sömüren, ülkeye bir kuruş kazandırmadan lüks harcamalarla kral hayatı yaşayanlar, o ülkenin en büyük düşmanları ve iç sömürgecileridirler.

“Bir ülkede ekonomik ensest ilişki çoksa, cinsel ensest ilişki de çok olacaktır.”

Otofaji
Hırsızlık ve haksız kazanççılık otofajidir. Otofaji; hücrenin, kendi kendisini yemesidir. Aç sinir hücresi, kendi kendini yer. Önlenmesi neredeyse olanaksız bu durum, bireyi, bulduğu besine saldırarak onları yiyebildiği kadar çok yemeye sevk eder. Bu durum obezitedir.

“Biyolojiye göre; otofaji obeziteyi, obezite de ölümü doğurur.”

Türkiye, çalışarak geçinmek yerine, açlığı algılayan “agouti” nöronlarının dürtmesiyle, otofaji adı verilen bir süreç yaşamakta ve bu süreçte yaşamak için kendi organellerini yemekte ve yiyeceğe saldırmaktadır. Bu durum, doymak bilmez.

“Türkiye, çalışmasıyla, dışarıdan para kazanamadığı için kendi ülkesini yani kendi vücudunu yiyerek geçiniyor.”

Bir süre milletvekilliği, bakanlık ya da Meclis başkanlığı gibi görevler yapmış kişilerin, ülkeye bir kuruş gelir kazandırmaksızın kırk yıl milletin ve ülkenin sırtından kral hayatı yaşamaları hangi hak ilkesi ile meşrulaştırılabilir? Kendilerinin yaptıkları kanunlarla bu haksız kazanç kanuni yapılabiliyor ama kendilerinden kesilen keseneklere orantısız olarak bunun hukuki yani haksal olması imkansızdır.

“Haksız kazanççıların yasayapıcı olduğu ülkelerde, haklı kazancın egemenliği beklenemez.”

Doğa Durumu
Haksız kazanççılığın egemen olduğu ülkede doğa durumu var demektir. İngiliz filozof T. Hobbes (1588-1679) şöyle der: “ Doğa durumu, kargaşanın yaşandığı bir durumdur. Hiçbir toplum bu koşullarda varlığını sürdüremez. Ayrıca, doğa durumu, insana aykırı bir durumdur. Bu aykırılığı giderecek bir düzen ve güvenli bir ortam şarttır. Güvenlik olmadan ne bireylerin mutlu olması ne de toplum yararına olabilecek şeylerin yapılması olanaklıdır.”

“Kendi ülkesini sömürmek kendi vücudunu yemektir.”