14 Aralık 2019 Cumartesi

Adaleti uygulamak Sinan SEYDİOĞULLARI


Adaleti uygulamak  
                                                   Sinan SEYDİOĞULLARI


                        Madrid Milli Kütüphanesi'nde bulunan, 1557 yılında İspanyolca yazılmış bir el yazmasında, 1552-1556 İstanbul'undaki yargı şöyle anlatılır: "Türkiye'de iltimas mektubu geçmez. Adaletlerinin en iyi yanı, davaların kısa sürmesidir. İspanya'da olduğu gibi, 'nasıl olsa dava bitmeyecek' diye haklı taraf, haksız tarafla uyuşmaya mecbur bırakılmaz...


                       Türk hukukçuları, bizim hukukçular gibidir. Farkları, davaları bizimkiler gibi safsataya boğup, Babil Kulesi'ne çevirecekleri yerde, basite döndürmeleridir. Kanunları daha çok örfe dayanır. Haksızın yanıltıcı sözler söylemesine asla meydan vermezler. Kanunlarının sayısı azdır. Bizdeki gibi aynı konuda bir sürü kanun yoktur. 
                     İspanya'da 30-40 yıl süren dava olduğunu Türkiye'de söylesem, kimse inanmaz. Bir dava burada bir ay sürdü mü, çok uzun sürmüş sayılır. Kanıtların ve tanıkların ilk oturumda bulunması şarttır. Kadı genellikle, bir oturumda kararını verir. Ancak kararsızlık halinde, davalar birkaç oturum uzar.               
                       Tanrı'nın himmetinden sual edilmez. Adaleti uygulamak, kafir Türklere düşsün de, biz adaletin sadece lafıyla geçinelim."

13 Kasım 2019 Çarşamba

"Bakü Fatihi" Nuri Killigil Paşa Sinan SEYDİOĞULLARI

"Bakü Fatihi" Nuri Killigil Paşa

                                                                                                   Sinan SEYDİOĞULLARI


            Türkiye'nin ilk özel silah tasarımcılarından biridir. I. Dünya Savaşı sırasında Azerbaycan'da "Bakü fatihi" olarak adlandırıldı. Örgütçü ve girişimci bir kahramandı. Hristiyan Gagavuz Türk'ü olan ve Türkiye'ye göçmen olarak gelen ailesi sonradan Müslüman oldu. Soyadı Ukrayna'da bir kasabanın adı olan Killi'den gelir. Enver Paşa ağabeyi, Rauf Orbay'ın eşi Mediha Hanım kız kardeşi, Halil Kut Paşa ise amcasıdır. Trablusgarp'ta İtalyanlara karşı savaştı. 1918'de oluşturduğu Kafkas İslam Ordusu'yla Azerbaycan ve Dağıstan'da katliam yapan Ermeni ve Rus güçlerini yendi, Bakü ve Dağıstan'ı işgalden kurtardı. Mehmet Emin Resulzade, Bakü'nün 15 Eylül 1918'de Bolşevik ve Ermeni işgalinden kurtarılması üzerine şöyle konuşur: "Siyasi ufukta, kara bulutlar görünse de, bunlara karşı Nuri paşalarımız gibi zulmü kovan nurlar vardır."




            1929'da İstiklal Madalyası aldı. 1930'da Zeytinburnu'nda kurduğu fabrikada yarı otomatik 9 mm'lik tabanca ve mermi üretmeye başladı. Gerçek anlamda bir savunma sanayisi kurmak amacıyla fabrikasını 1938'de Sütlüce'ye taşıdı. Seri ve endüstriyel olarak üretilen uçak ve el bombaları gibi çeşitli silah ve cephane tasarımları geliştirdi. Aynı dönemde Türk girişimci Şakir Zümre'nin de fabrikaları vardı. Devlet destekli tabanca, tüfek, motor ve makineler üretmeye, Türk ordusunun havan, havan topu mermisi, piyade tüfeği mermisi, kapsül, tahrip kalıbı, gaz maskesi gibi askeri malzeme ihtiyacını karşılamaya başladı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin Türkiye'ye bedeli karşılığında yaptığı askeri yardımlar ve fiyat konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle, devlet silah alımını kesti. 1948'de İsrail Devleti'nin kurulmasıyla İsrail'e savaş açan, ancak yenilip anlaşma yapmak zorunda kalan Mısır, Ürdün ve Suriye'den ve hatta Pakistan'dan yüklü oranda silah, havan topu ve cephane siparişleri aldı ve 1949'da bunları göndermeye başladı. BM Güvenlik Konseyi Suriye ve Mısır'a silah ambargosu koydu. Depoda Suriye için yapılmış iki bin havan mermisi vardı.

2 Mart 1949 günü saat 16:50 sıralarında fabrikada yangın çık­tı. Art arda üç büyük patlama oldu. Fabrikada 9 memur, 7 usta, 6 hizmetli, 105 işçi ve Nuri Killigil vardı. Patlamalarda aralarında Nuri Killigil ve 6 itfaiyecinin de bulunduğu 27 kişi hayatını kaybetti. Fabrikada çalışan Yahudi işçilerin hepsinin o gün izin almış olduğu söylendi. TBMM'nin patlamayla ilgili yaptığı gizli oturumun tutanakları "devlet sırrı" olduğu gerekçesiyle açıklanmadı. Kolunun yarısı ve ayağının bir parçası bulunabilen Nuri Killigil ile birlikte ölen 15 kişinin kömürleşmiş ceset parçaları 7 Mart'ta  kılınan toplu cenaze namazı sonrası Edirnekapı Nuri Killigil Fabrikası Şehitliği'nde toprağa verildi. 20 gün sonra, 22 Mart'ta Nuri Paşa'nın cesedinin büyük bir parçası bulundu. İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen'in cesedin bir parçası için cenaze namazı kılınamayacağını bildirmesi üzerine, ceset parçası 24 Mart'ta dini bir tören yapılmadan, annesinin mezarının yanında toprağa verildi. Protesto gösterileri yapılabileceğinden cenaze namazına izin verilmediği söylendi. 28 Mart 1949'da Türkiye İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. 

6 Nisan 2019 Cumartesi

Türk Soylular ve Anadolu'nun Bütünlüğü Sinan SEYDİOĞULLARI


Türk Soylular ve Anadolu'nun Bütünlüğü
                                                                                                  
                                                                                             Sinan SEYDİOĞULLARI

          Türkler dünyanın en eski milletlerindendir. Türkler kadar yeryüzünün her yanına yayılmış, başka bir millet yoktur. "Türk var oldukça, mut­laka kendisine bir otağ bu­lur" diyen Mevlana şunu da söyler: "Türk’ün gelip geçmediği, konup göçmediği yer var mı?/Her gün yeni bir yerden geçmek ne iyi/Her gün yeni bir yere göçmek ne güzel/Bulanmadan, donmadan akmak ne ala."


          Türkler Hazar Denizi, Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu hattının çok eski sahipleridir. Bu bölgelerdeki mağaralarda bulunan çeşitli Türk damgaları, eski Türk alfabesiyle yazılmış yazıtlar ve kayalara çizilmiş dağ keçisi ve güneş resimleri, Orta Asya ile Anadolu bağlantısının tarih öncesi dönemlere dayandığını gösterir.

          Mustafa Kemal Atatürk 1923'te Bursa'da yaptığı konuşmada, "Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet milletimizin kalbinden ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz" der. 1924 Anayasasında, "Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı olmaksızın, vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur" denmiş ve ulus-devlet, hukuksal bir yurttaşlık bağı ile pekiştirilmiştir. 

          1930'da Afet İnan imzasıyla yayınlanan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında Atatürk şunları söyler; "Bugünkü Türk ulusu içinde yurttaşlar ve kendilerini birincil kimlikleri bakımından Kürt, Çerkez, Laz ya da Boşnak olarak görme konusunda teşvik edilen eş vatandaşlar vardır. Eski baskıcı yönetim dönemlerinin ürünü olan bu hatalı adlandırmalar ulusun, düşmanın elinde oyuncak olan birkaç beyinsiz gerici dışındaki üyelerine acıdan başka bir şey vermemiştir... Ulusun, bu tür yanlış adlandırmalar nedeniyle acı duyan üyeleri... aslında, Türk toplumuyla aynı geçmişi, tarihi, manevi değerleri ve hukuku paylaşmaktadırlar, dolayısıyla etnik anlamda olmayan Türklüğü birincil kimlikleri olarak düşünmeye devam etmelidirler", "Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevi vatandaşlar, yazgılarını ve geleceklerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakmak, medeni Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?"  

          M. Kemal Atatürk 1931 Ağustos'unda yapılan II. Balkan Konferansında ise, "Karadeniz'in kuzey ve güney yollarıyla, binlerce yıllar deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip, Balkanlar'da yerleşmiş olan insan kitleleri, başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, gerçekte bir tek beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka bir şey değildir" diyordu. 

                       Bugün, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin 1991'de dağılmasının ardından bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya (Türkistan) Cumhuriyetleri Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan ile Rusya Federasyonu içinde kalan Başkurdistan, Çuvaşistan, Hakasya, Saha (Yakut), Tataristan, Tuva, Altay, Kabardey-Balkar ve Karaçay Çerkes gibi özerk Türk cumhuriyetleri ve diğer Türk toplulukları, Kırım Özerk Cumhuriyeti, Balkan Türkleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Halep ve Kerkük Türkleri ile bütünleşmenin, Türk topluluklarının birbirini tanımasının ne kadar önemli olduğu açıkça görülmektedir. 

                    2. Dünya Savaşı sonrasında parçalanmış ülkeler arasında 1950'lerde Avrupa'da başlatılan kardeş şehir ilişkileri günümüze kadar ulaşmış bulunuyor. Örneğin bugün, Antalya Alanya'nın 4'ü Rusya'dan, 4'ü Polonya'dan, 2'si Almanya, 2'si Litvanya, diğerleri Finlandiya, Romanya, İsveç, Çek Cumhuriyeti, Letonya, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Macaristan, Tunus, Yunanistan ve Türkiye'den olmak üzere toplam 23 kardeş şehri bulunuyor. Bunlar arasında Türkistan (Orta Asya) ve diğer Türk Cumhuriyetlerinden bir tek şehir bile bulunmuyor.

          Türkiye'nin her bir şehrinin Türkistan (Orta Asya) ve diğer Türk Cumhuriyetlerinden en az bir şehir ile kardeşlik ilişkisi olmalıdır. Kardeşlik ilişkileri resmi olmaktan çıkartılıp, halka mal edilmelidir. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünün korunması bakımından batı-doğu, kuzey-güney şehirleri arasında kardeşlik ilişkileri kurulmalıdır.

          Her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının cehaletinin giderilerek, kültürünün geliştirilmesi, halkın egemen olması, adaletli gelir dağılımının sağlanması ve ekonominin bağımsız olması önemlidir. Anadolu'nun daha deniz bile görmemiş insanlarına kıyı kentlerinde turizmi yaşatmak, buna karşılık kıyılarda ve gelişmiş bölgelerde yaşayanların Anadolu'nun diğer bölgelerini tanımasını sağlamak gerekir.

          Millet ve memleket bütünlüğünü korumak kendi insanına, kendi yurttaşına saygı göstermek, ona hizmet etmek ve onun cehaletini gidermekle olur. Batı'yı överken, kendi insanından utananlar, millete ve memlekete sövenler aynaya bakmaktan korkanlardır!       
      

Alanya Kalesi Tophane Bildirisi Sinan SEYDİOĞULLARI


Alanya Kalesi

Tophane Bildirisi


                                                                                         Sinan SEYDİOĞULLARI

          Alanya Kalesi Tophane mahallesine sürgün gideli on beş yıl oldu. İlk Alanya Kalesi UNESCO dosyasında belediyeyi temsil ettim. İlk Tophane Şenlikleri'ni 2006 yılında düzenledik. İlk Alanya Kalesi Fotoğraf Sergisi'ni 2008 yılında açtık. 2009'da Mahalle Kütüphanesi'ni ve Alanya Kalesi Çevre Derneği'ni kurduk. 2011 yılında "Alanya Doğa, Tarih, Kültür" adlı kitabım basıldı.* 2015'te düzenlenen ALSAV Kültür Semineri'ne "Işıkları Sönerken ve Yabancılaşırken Tophane" adlı bildiriyle katıldım.** On beş yıl sonunda, ortak akılla bir bildiri, manifesto oluşturduk:

          

1. RESTORASYON: Mevcut binalar karşılıksız devlet kredisiyle restore edilerek ve mirasçıların hakları ödenerek, pansiyon olarak işletilmek şartıyla içinde yaşayanlara tahsis edilecektir. Aynı şekilde harabe Rum evleri restore edilerek, pansiyon-butik otel olarak işletilmesi şartıyla mahalle sakinlerine tahsis edilecektir. Eski kiliseler restore edilerek, sergi salonu vb amaçla kullanılacaktır.    

2. ULAŞIM: Kapı girişlerinden en uzaktaki eve kadar yaya ve araçlı olarak ulaşım sağlanacaktır. Bu amaçla ulaşım altyapısıyla birlikte ring hattı oluşturulacak, ring hattında küçük elektrikli taksiler, elektrikli araçlar, buggyler çalıştırılacaktır. Kapı girişlerinde kontrollü turnike ve bariyer sistemi, mahalle sakinleri için serbest geçiş kartı uygulanacaktır.

3. ÇEVRE: Nitelikli bir yaşam için gerekli olan çevre koşulları, genel temizlik, genel, portatif tuvaletler gibi çevre kirliliğini önleyici hizmetler oluşturulacaktır. Gezi teknelerinin ve müzik yayınlarının gürültü yapması önlenecektir. Endemik bitki ve hayvan türleri, doğal bitki örtüsü korunacaktır.

4. GÜVENLİK: Alanya Kalesi'nde güven içinde yaşamanın bütün kuralları hayata geçirilecektir. 7/24 çalışan kamera sistemi, özel güvenlik ve bekçi uygulaması, yangın söndürme sistemi ve bölge aydınlatması gerçekleştirilecektir. Evliya Çelebi'nin deyişiyle bir "sarnıçlar şehri" olan Alanya Kalesi'nin tüm sarnıçları restore edilerek, aynı zamanda yangın söndürme sistemine eklemlenecektir.

5. TURİZM: Tophane'de her evin ayrı bir deniz ve Cebelireis manzarası vardır. Güneş Alanya'da, her mevsim farklı bir yerden, ancak önce Tophane'ye doğar ve evlerin içine kadar girer. Eşsiz doğal ve tarihi güzelliklere sahip ve UNESCO Dünya Mirası Listesi adayı olan Alanya Kalesi'nin evleri pansiyon-butik otel olarak turizme kazandırılarak, dünya turizminde hak ettiği yeri alacaktır. Bu amaca uygun rehberlik, gönüllülük, yönetim, eğlenme ve eğitim hizmetleri çağdaş hale getirilecektir. Tophane Şenlikleri sürdürülebilir turizmin bir ögesi olacaktır.   






2 Mart 2019 Cumartesi

Sizi gidi soytarılar... Sinan SEYDİOĞULLARI


Sizi gidi soytarılar...
                                                           
                                                                                              Sinan SEYDİOĞULLARI                                            
                    * Bu yazı Nisan 2007'de Alanya Aktüel Dergisi'nde ve 04.06.2008 tarihli Memleketim Alanya Gazetesinde Hurşit Gürler mahlasıyla yayınlanmıştır.

          Başlarında öğretmenleri olduğu halde, plajlarda çöp toplayan ilköğretim okulu öğrencileri, sözde çevre bilincini yansıtıyormuş da, biz görememişiz... Hadi oradan...! 

          Plajlardaki çöpleri çocuklara toplatanlar, onların beden sağlığını tehlikeye atmakla kalmıyor, hizmet etme kültürünü o körpecik çocukların beyinlerine işliyorlar. Belki de, çevreyi kirletmenin cezasının çöp toplamak olduğunu göstermek istiyorlar. Peki, bu plajları kimler kirletiyor? Bu denizi kirletenler kimler? Çocuklar mı...? Hadi oradan, sizi gidi köle zihniyetliler, istismarcılar sizi... Milli eğitimin görevi, köle zihniyetli nesiller değil, sürü olmayan, uyanık ve hakkına sahip çıkan insanlar yetiştirmektir.

          Alanya’da sınıf mevcutları altmışı geçmişken, “ihtiyaç yoktur” diyerek, devlet okulu yapılacak alanları özel okullara peşkeş çeken yöneticiler, kendi geleceklerini sağlama almak uğruna, çocukların 15-20 kişilik sınıflarda okuma hakkını gasp etmişlerdir.

          Evet, kirleten bedelini ödemelidir. Memleketin fiziksel ve sosyal yapısını kirletenler, bunun hesabını vermelidir.

          Alanya’nın çarpık kentleşmesi ve çarpık turizm anlayışının temelinde çarpık kültür yatar. Para kazanma hırsı ve fırsatçılık, insanları yabancılaştırmış, nankörleştirmiş; paranın köleleştirdiği bir sürü adam müsveddesi ortalıkta dolaşır olmuştur. Türk ve İslam kimliğini göz ardı ederek, Alanya’nın sadece deniz, kum ve güneşini pazarlayanlar, üç kuruş fazla harcamamak için, otellerinin kanalizasyon pisliğini gece yarıları denize boşaltıyor ve kendileri denize girmiyorken, “mavi bayrak” soytarılığına soyunup şark kurnazlığı yapıyorlar.

          Emperyalizmin yeni adı olan küreselleşmenin küresini başkalarına, seline de kendilerini kaptıran gafiller, petrol ağırlıklı enerji ve ulaşım politikaları izleyen ve petrolün tamamına yakınını dışarıdan satın alan Türkiye’de, soytarılık yapıp küresel ısınmaya çare arıyorlar...! Teknolojiyi elde etmeden, bağımsız olunamayacağını dahi bilemeyen bu lahana beyinliler, beslendikleri yabancı kuruluşların dümen suyunda, onların borazanlığını yapıp sanayileşmeye ve teknolojiye karşı duruyor; bu memleketi teknoloji zengini ülkelerin hizmet alabileceği bir sayfiye yeri ya da piknik alanı olarak pazarlamaya çalışıyorlar.

           “Kale’yi seviyorsanız, lütfen anılarınızla birlikte çöplerinizi de götürün” diye yazan belediye tabelaları, turist gemilerinin geldiği günlerde trafiğe kapatılan yollar, çevreye bangır bangır müzik dinleten, film kaplı camları adamına göre söktürülen otomobiller, kentin orta yerinde kalan diskolar, mahalle aralarında egzoz patlatan motosikletler, eşsiz doğal ve kültürel bir miras olan Alanya Kalesi’nin kapısına kadar giden tur otobüsleri ve örenyerlerini turistlerle aynı giriş ücreti ödeyerek ziyaret edebilen TC vatandaşları... Bütün bunlar, kendi insanına saygı duymayan bir anlayışı ve acayip bir yönetimi sergiliyor...

          Hayırlı işler..! Bu memleket, elbet bir gün hak ettiği gibi yönetilir.


15 Şubat 2019 Cuma

Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez Sinan SEYDİOĞULLARI


Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez

                                                                                             Sinan SEYDİOĞULLARI

*Bu yazı ilk defa 21 Ocak 2002 tarihli Yeni Alanya Gazetesinde yayınlanmıştır.

  
        Eski Anadolu insanı bütün bilgisini, deneyimini, duygusunu satır satır, dize dize yazmış, günümüze ulaştırabilmek için Pergamon Akropolisi'nde, surların içinde büyük bir kitaplık kurmuştu.

          Bu kitaplığın raflarında yaklaşık 250 bin kitap korunuyordu. Başlangıçta, Mısır'daki teknikle, kitaplar papirüs üzerine yazılıyor, sarılıyor, rulolar halinde saklanıyordu.

          Bir ara Mısır, İskenderiye Kitaplığı'nın ününün giderek gölgelenmesi üzerine, Pergamon'a papirüs dışsatımını kesti. Ama, Anadolu insanının yazma isteği kesilmiyordu.

          Pergamonlular uzun süren arayış ve denemelerden sonra hayvan derisi üzerine de yazılabildiğini keşfettiler.

          Bu parşömen demekti... Bunca çaba kitaplığı günümüze ulaştırmaya yetmedi.

          Önce Romalı Markus Antuanius 250 bin kitabın tümünü Mısır Kraliçesi Kleopatra'ya armağan etti. Kitaplar Mısır'a götürüldü, İskenderiye Kitaplığı'na kondu, uzun süre burada korundu.

          Ve ardından... İskenderiye Kitaplığı "Kutsal kitap dışındaki kitaplar insanı dinden çıkarır!.." gerekçesiyle yakıldı. Bu yüzden adını bildiğimiz pek çok kitap ulaşamadı günümüze. (1)

          Bernard Shaw komedilerinden birinde; İskenderiye Kitaplığı'nın insanlığın hafızası olduğunu haykıran birine, Sezar'ın cevabı şöyledir: "Bırakın yansın. Alçaklıklarla dolu bir hafıza bu."

          Amacı "kutsal toprakları kurtarmak" olan Haçlı Seferleri Bizans'ın talan edilmesiyle sonuçlanmıştı. Hazineye el konulmakla kalınmamış, kütüphaneler yıkılmış, İlkçağ yazmalarının çoğu yok edilmişti.

          Bizden biri Cemil Meriç, "Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez." diyor. Celemens ise, bir başka boyutundan yaklaşıyor konuya: "Yapılacak en ihtiyatlı iş bir şey yazmayıp, sözlü yolla öğretmektir, çünkü yazılar kalıcıdır."

          Sınırlamalar, kısıtlama ve zorlamalar yaratıcılığın kökeninde bulunan değişim yapma gücüne aykırıdır ve insanlığı gerçeğe götürmez.

          Yazının insanı götürdüğü dünya bilginin, deneyimin, duygunun, özgürlüğün, coşkunun, sevginin, yani yüreğin dünyasıdır.

(1) İşte Anadolu, Ömer Tuncer