Türk
Soylular ve Anadolu'nun Bütünlüğü
Sinan SEYDİOĞULLARI
Türkler dünyanın en eski
milletlerindendir. Türkler kadar yeryüzünün her yanına yayılmış, başka bir
millet yoktur. "Türk var oldukça,
mutlaka kendisine bir otağ bulur" diyen Mevlana şunu da söyler: "Türk’ün gelip geçmediği, konup
göçmediği yer var mı?/Her gün yeni bir yerden geçmek ne iyi/Her gün yeni bir
yere göçmek ne güzel/Bulanmadan, donmadan akmak ne ala."
Türkler Hazar Denizi, Karadeniz, Doğu
ve Güneydoğu Anadolu hattının çok eski sahipleridir. Bu bölgelerdeki
mağaralarda bulunan çeşitli Türk damgaları, eski Türk alfabesiyle yazılmış
yazıtlar ve kayalara çizilmiş dağ keçisi ve güneş resimleri, Orta Asya ile
Anadolu bağlantısının tarih öncesi dönemlere dayandığını gösterir.
Mustafa Kemal Atatürk 1923'te Bursa'da yaptığı konuşmada, "Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir kuvvet milletimizin kalbinden ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz" der. 1924 Anayasasında, "Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı olmaksızın, vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur" denmiş ve ulus-devlet, hukuksal bir yurttaşlık bağı ile pekiştirilmiştir.
1930'da Afet İnan imzasıyla yayınlanan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında Atatürk şunları söyler; "Bugünkü Türk ulusu içinde yurttaşlar ve kendilerini birincil kimlikleri bakımından Kürt, Çerkez, Laz ya da Boşnak olarak görme konusunda teşvik edilen eş vatandaşlar vardır. Eski baskıcı yönetim dönemlerinin ürünü olan bu hatalı adlandırmalar ulusun, düşmanın elinde oyuncak olan birkaç beyinsiz gerici dışındaki üyelerine acıdan başka bir şey vermemiştir... Ulusun, bu tür yanlış adlandırmalar nedeniyle acı duyan üyeleri... aslında, Türk toplumuyla aynı geçmişi, tarihi, manevi değerleri ve hukuku paylaşmaktadırlar, dolayısıyla etnik anlamda olmayan Türklüğü birincil kimlikleri olarak düşünmeye devam etmelidirler", "Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevi vatandaşlar, yazgılarını ve geleceklerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakmak, medeni Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?"
M. Kemal Atatürk 1931 Ağustos'unda yapılan II. Balkan Konferansında ise, "Karadeniz'in kuzey ve güney yollarıyla, binlerce yıllar deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip, Balkanlar'da yerleşmiş olan insan kitleleri, başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, gerçekte bir tek beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka bir şey değildir" diyordu.
1930'da Afet İnan imzasıyla yayınlanan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında Atatürk şunları söyler; "Bugünkü Türk ulusu içinde yurttaşlar ve kendilerini birincil kimlikleri bakımından Kürt, Çerkez, Laz ya da Boşnak olarak görme konusunda teşvik edilen eş vatandaşlar vardır. Eski baskıcı yönetim dönemlerinin ürünü olan bu hatalı adlandırmalar ulusun, düşmanın elinde oyuncak olan birkaç beyinsiz gerici dışındaki üyelerine acıdan başka bir şey vermemiştir... Ulusun, bu tür yanlış adlandırmalar nedeniyle acı duyan üyeleri... aslında, Türk toplumuyla aynı geçmişi, tarihi, manevi değerleri ve hukuku paylaşmaktadırlar, dolayısıyla etnik anlamda olmayan Türklüğü birincil kimlikleri olarak düşünmeye devam etmelidirler", "Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevi vatandaşlar, yazgılarını ve geleceklerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakmak, medeni Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?"
M. Kemal Atatürk 1931 Ağustos'unda yapılan II. Balkan Konferansında ise, "Karadeniz'in kuzey ve güney yollarıyla, binlerce yıllar deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip, Balkanlar'da yerleşmiş olan insan kitleleri, başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, gerçekte bir tek beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka bir şey değildir" diyordu.
Bugün, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği'nin 1991'de dağılmasının ardından bağımsızlıklarını kazanan Orta
Asya (Türkistan) Cumhuriyetleri Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan,
Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan ile Rusya Federasyonu içinde kalan
Başkurdistan, Çuvaşistan, Hakasya, Saha (Yakut), Tataristan, Tuva, Altay, Kabardey-Balkar
ve Karaçay Çerkes gibi özerk Türk cumhuriyetleri ve diğer Türk toplulukları, Kırım
Özerk Cumhuriyeti, Balkan Türkleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Halep ve Kerkük Türkleri ile bütünleşmenin, Türk topluluklarının
birbirini tanımasının ne kadar önemli olduğu açıkça görülmektedir.
2. Dünya Savaşı sonrasında
parçalanmış ülkeler arasında 1950'lerde Avrupa'da başlatılan kardeş şehir
ilişkileri günümüze kadar ulaşmış bulunuyor. Örneğin bugün, Antalya Alanya'nın
4'ü Rusya'dan, 4'ü Polonya'dan, 2'si Almanya, 2'si Litvanya, diğerleri
Finlandiya, Romanya, İsveç, Çek Cumhuriyeti, Letonya, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan,
Macaristan, Tunus, Yunanistan ve Türkiye'den olmak üzere toplam 23 kardeş şehri
bulunuyor. Bunlar arasında Türkistan (Orta Asya) ve diğer Türk
Cumhuriyetlerinden bir tek şehir bile bulunmuyor.
Türkiye'nin her bir şehrinin
Türkistan (Orta Asya) ve diğer Türk Cumhuriyetlerinden en az bir şehir ile
kardeşlik ilişkisi olmalıdır. Kardeşlik ilişkileri resmi olmaktan çıkartılıp,
halka mal edilmelidir. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünün
korunması bakımından batı-doğu, kuzey-güney şehirleri arasında kardeşlik
ilişkileri kurulmalıdır.
Her bir Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşının cehaletinin giderilerek, kültürünün geliştirilmesi, halkın egemen
olması, adaletli gelir dağılımının sağlanması ve ekonominin bağımsız olması önemlidir.
Anadolu'nun daha deniz bile görmemiş insanlarına kıyı kentlerinde turizmi yaşatmak,
buna karşılık kıyılarda ve gelişmiş bölgelerde yaşayanların Anadolu'nun diğer
bölgelerini tanımasını sağlamak gerekir.
Millet ve memleket bütünlüğünü
korumak kendi insanına, kendi yurttaşına saygı göstermek, ona hizmet etmek ve
onun cehaletini gidermekle olur. Batı'yı överken, kendi insanından utananlar, millete
ve memlekete sövenler aynaya bakmaktan korkanlardır!