
Seydişehir-Konya Karayolunun 26.
kilometresinde bulunan Çavuş beldesi kavşağının karşısındaki Fasıllar Köyü
yoluna giriyor ve yaklaşık 8
kilometre sonra köye ulaşıyoruz. Bize rehberlik eden
köylünün söylediklerini dinleyerek, yokuş yukarı çıkıyoruz.
Köyün orta yerinde, gözümüze bir
türbe ilişiyor. Merak edip soruyoruz, “Kimdir, kerameti nedir?” diye. Aslında,
Türk-İslam yerleşmelerinin hemen hepsinde bir türbe ya da bir yatır bulunur ve
bunların o yerin adeta koruyucusu olduğuna inanılır. Samat Dede diye bir ermiş
olduğunu söylüyor oradakiler ve kerametini şöyle açıklıyorlar: Ekili arazilerde
zaman zaman görülen kımıl zararlısını kovmak için Dede’nin türbesinden bir avuç
toprak alınıyor ve bir tarafı açık kalmak üzere, zararlının görüldüğü yerin
çevresine dökülüyor. “Sabaha bir şey kalmaz, açık bırakılan yerden hepsi kaçar”
diyorlar. Biz de Samat Dede’nin ruhuna birer fatiha okuyup yolumuza devam
ediyoruz.
Vardığımız vadinin bir yamacı
gevşek toprak, diğer tarafı ise kayalık. Yamacın hemen ortasında köylülerin
Yatıkkaya dediği görkemli bir anıt, boylu boyunca yatmış duruyor. Kurtbeşiği de
denilen anıtın bir benzeri olmadığı söyleniyor. Aynı boyutlardaki bir kopyası
Ankara’da, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin girişinde bulunuyor. Bir süre önce,
büyük bir vinçle gelmiş ve götürmek istemişler, ancak olmamış. 2,25 m x 2,75 m x 8,30 m boyutunda ve 72 ton
ağırlığında, tek parça granit bloktan oluşan anıt, MÖ 13. yüzyıla ait bir Hitit
anıtı. Anıtta, iki aslan arasında üst üste duran iki tanrı ve alttaki tanrının
iki yanında bir çift aslan kabartması bulunuyor.
Anıtın karşı yamaçlarındaki
kayalıklarda, anıt mezarlar yer alıyor. Burasının Hititlere ait Mistheia kenti
olduğu sanılıyor. Kayalık tarafta bulunan 1,85 m boyundaki at
kabartmalı Lukyanus Anıtı’nın ve yanı başından aşağılara akan kaynak suyunun
görsel güzelliği karşısında yaşamın derinliğinin farkına bir kez daha varıyoruz.
Konya-Beyşehir Karayolu üzerinde bulunan Altınapa
Baraj Gölü’nü geride bıraktıktan sonra biraz ileride, yolun solunda önce Kuru
Çeşme Hanı’nı, 32. kilometrede ise Kızılören (Kandemir) Kervansarayı’nı ve
Kızılören Çamlığını (Ormaniçi Dinlenme Yeri) geçiyoruz.
Bir taraftan dağ havasını ve
çevreye yayılmış olan çam kokularını sindire sindire içimize çekerken, yolun sağındaki
canlı alabalık lokantalarına takılıyor gözümüz. Havuzdan seçilen canlı
alabalıkların yanında sac kavurmayı da tadalım istiyoruz. Yoğurdunu da övüyorlar
yörenin. Gerçekten yemeye doyamıyor insan. Has buğdaydan yapılmış, mis gibi
kokan ekmeğine de... Çok düşük bir hesap ödeyerek, kalkıyoruz oradan. Sobanın
yanında içtiğimiz sıcak çaylar, dışarıdaki soğuk havayı daha çok hissettiriyor
bize.

Yolun 52. kilometresindeki
Yunuslar Köyü’nden sola doğru kıvrılıyor ve 12 kilometre sonrasında,
Doğanbey yol ayrımında bulunan Üçpınar Köyü’nden sağa dönüyor ve 8 kilometre daha
gittikten sonra, Sadıkhacı beldesine ulaşıyoruz.
Eflatunpınar Anıtı, beldenin
yaklaşık 4 kilometre
kuzeybatısında, yaz-kış rahatlıkla ulaşılabilecek bir yerde, bir su kaynağı
yanında bulunuyor. Bu gibi anıtların hem yol, hem su için işaret, hem de bir
tapınma yeri olarak yapıldığı söyleniyor. MÖ 13. yüzyıla ait, havuzlu ve 19 taş
bloktan oluşan, 7,5 m
x 7 m
boyutundaki kutsal Hitit anıtı, doğanın üç bereket ögesi olan toprak, su ve
güneşi simgeliyor. Anıtta, oturur durumda bir tanrıyla bir tanrıça, aralarında
ve iki yanlarında üst üste yerleştirilmiş birer çift karma varlık bulunuyor.
Anıttaki tanrıçanın güneş tanrıçası Arinna, tanrının ise fırtına tanrısı Tarhuzza
olduğu; alt sıradakilerin ise dağ ve yer altı suları tanrılarını tasvir ettiği
sanılıyor. Anıtın her iki yanında birer adet pınar tanrıçası bulunuyor. Anıta
bağlantılı olarak yapılmış olan 30
m x 35 m
boyutundaki kutsal havuz ayrı bir değer katıyor buraya. Bin tanrılı Hitit inanç
dünyasının içine giren Hurrili tanrılarla Hititli tanrıların birlikte
betimlendiği anıt, bir bakıma barışı da simgeliyor. Anıtın hemen karşısında,
üst kısmı tahrip olmuş, tahtta oturur durumda tanrı-tanrıça çifti yer alıyor. Havuzun
önünde bulunan, boğa kabartmalı gölet Roma dönemine ait.

Hayranlığımızı, nasıl geçtiğinin
farkına bile varamadığımız dakikalarla ancak üzerimizden attıktan sonra anıtla
vedalaşıyoruz. 6
kilometre kadar batıya giderek, Beyşehir-Şarkikaraağaç
Karayoluna çıkıyoruz.
Günbatımına yakın bir saatteyiz. Dumanlı
doruklarıyla Dedegöl Dağları ve onun önünde sessizce uyuyan Beyşehir Gölü tam
karşımızda duruyor. Türkiye’nin en büyük alanına sahip milli parkı ve önemli
bir sulak alan olan Beyşehir Gölü’nde yirmi iki adet ada bulunuyor. 16 kilometre sonra
Beyşehir’e vardığımızda, sakin bir belde ile karşılaşıyoruz. Eşrefoğlu Camii ve
Türbesi’ni uzaktan seyredip karanlığa kalmamak için yolumuza devam ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder