24 Ağustos 2022 Çarşamba

Antiocheia Ad Cragum ve Delikdeniz Koyu Sinan SEYDİOĞULLARI

               Antalya’nın en doğudaki ilçesi olan Gazipaşa, görülmeye değer, bakir ve eşsiz güzellikte kıyılara sahiptir.

               Kıyılarında kumsalların yanı sıra, göz alabildiğince uzanan muz bahçeleri bulunur. Kıyılardaki sarp kayalıklar, sanki Gazipaşa’nın antik çağdaki adını kanıtlar gibidir. Antik çağda dağlık Kilikya olarak anılan bölge, doğal güzelliklerinin yanında birçok antik kenti de barındırır. Gazipaşa’dan başlayarak, doğuya doğru gidildiğinde, başta Bıçkıcı Manastırı olmak üzere, Korsanların Aşk ve Kızılin mağaraları, Su Kemeri, Selinus Kalesi, Cestrus, Yalandünya Mağarası, Nephelis ve ilçe merkezinin on sekiz kilometre güneydoğusundaki Güneyköy’ün sınırlarında, Akdeniz’in kıyısında bulunan Antiocheia Ad Cragum başlıca antik kentleridir.

              Gazipaşa-Anamur karayolunun on sekizinci kilometresinde, Antiocheia Ad Cragum antik kentine ait yol levhasının gösterdiği yönü izleyerek, güneye yani denize doğru beş kilometre kadar gidildiğinde, Güneyköy’e ve oradan da Nohutyeri mevkisine ulaşılır. Çamlar arasında, asfalt bir yolu kullanarak, yapacağınız yolculuğun tam da Akdeniz’i gördüğü noktada, harika bir doğal güzellikle karşılaşırsınız.

              Arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmiş olan yörede, antik kent kalıntıları çevreye yayılmış durumdadır. Kent, adını Kommagene Kralı 4. Antiochos’tan alır. Kentte, sarp kayalıklar üzerine kurulmuş, panoramik bir kale hemen göze çarpar. Kalenin düzgün olmayan girişinden içeriye girip güney ucuna vardığınızda, gördüğünüz manzara daha da bir güzeldir. Hafifçe esen rüzgarın, sarp bir uçurumun ucunda ve yılların yorgunu kalıntılar üzerinde bulunan kişiye verdiği endişeyi saymazsak, buradan doğudaki Kalaytaşı Adası’nın denizin kucağındaki dinginliğini seyredebilir ve kıyıların doğal sessizliğini dinleyebilirsiniz.



Kalenin hemen doğusunda, denizin kaya kütlesini delerek oluşturduğu küçük bir koy bulunur. Delikdeniz denilen koya, dik bir patika yolla inilir. Balıkçıların sığınak olarak da kullandığı bu küçük, ama bir o kadar da şirin olan koyda tatlıve serin bir kaynak suyu, yukarıdan aşağıya doğru akıp denize karışır. İsterseniz, koyun batısındaki serin ve az tuzlu suyunda ya da isterseniz diğer tarafındaki ılık suyunda yüzebilirsiniz. Delikdeniz’in berrak ve turkuaz renkli sularını kulaçlayarak, doğal tünelden Akdeniz’e açılabilir, doğal güzelliklerin içinde ve temiz bir çevrede bulunmanın doyasıya tadına varabilirsiniz. Kaya kütlesinin üst kısmında bulunan anıt mezarları ve andız ağaçlarını yakından görmek için biraz daha çaba göstermeniz gerekecektir.  
 

Gevne Çayı’ndan Alara’ya Sinan SEYDİOĞULLARI

 *Bu yazı ilk defa Kasım 2004 tarihli Alanya Vizyon Dergisi'nde yayınlanmıştır.

              İki yüz kilometrelik yeni bir yayla gezisinde, Gevne Çayı vadisi üzerinden Toroslar'ın iki bin metre yükseklikteki yaylalarına çıkıp Köprülü ve Taşatan yolundan Alanya’ya döneceğiz.

              Çok sayıda endemik bitki türünün yaşam alanı olan Gevne Çayı Vadisi’nde önce Çayarası’nı, sonra Sarıveliler yol ayrımını, daha sonra Uçansu Şelalesi’ni, Cırlasun Köprüsü’nü ve Şeker’in Kahvesi’ni geçip Cikcilli Yaylası yolundan sola dönüyoruz.

              Bundan sonra Keşefli, İspatlı ve Aliefendi güzlelerini geçiyor ve Beyreli Köyü’ne varıyoruz. Bizi çok sıcak karşılıyorlar. Köyün yaklaşık dört kilometre güneybatısında bulunan Ayımuharı Yaylası’nda, iki bin 380 metre yükseklikte, küçük bir krater gölü olan Karagöl’e çıkıp çıkamayacağımızı öğrenmeye çalışıyoruz. “Araç çıkamaz, gidiş dönüş yürüyerek dört saati geçer” diyorlar. Mehmet Turan, Karagöl’ün fotoğrafını çektirip bize mutlaka ulaştıracağını söylüyor. Biz de göle gitmekten vazgeçiyor ve Eğrigöl’e doğru yolumuza devam ediyoruz. Önce Gevne Çayı kaynağının bulunduğu İnlice Yaylası’nın yol ayrımını, dört kilometre sonra da Kocaalan Yaylası’nı ve Gölbeleni yol ayrımını geçip Mıhlı Çeşmesi’ne varıyoruz. Çeşmenin suyu “karpuz çatlatan” soğuklukta… Burada biraz dinlenip sonra yolumuza devam ediyor ve Tosmur Yaylası yol ayrımını, Payallar ve Çatmalı yaylalarını geçiyoruz.

              Çatmalı’yı geçtikten sonra yolun solundaki çayırlıkta otlayan koyun sürüsünü seyrederken, anasıyla birlikte çimlerin üzerine uzanmış, sevimli bir kuzu dikkatimizi çekiyor… Arkadaşlar kuzuyu kucaklayıp öpüyorlar… Anasının kuzuyu bırakmaya hiç niyeti yok! Yanımızdan ayrılmıyor… Tam bu sırada, bir çoban köpeğinin bize doğru hızla geldiğini görüyoruz. Köpek iyice yaklaşmışken, kuzuyu bırakıp araca biniyoruz. Çatmalı’dan beş kilometre sonra Eğrigöl yol ayrımına varıyoruz. Üzerinde bulunduğumuz, iki bin metreyi aşan yükseklikteki sırttan Eğrigöl’ü ve iki bin 877 metrelik yüksekliğiyle yörenin en yüksek noktası olan Geyik Dağı’nı seyrediyoruz… Eğrigöl’ün güneyi çayır, çimen… Geniş otlaklarda atlar, keçi ve koyun sürüleri yayılıyor… Yörede bulunan çok sayıdaki pınardan kaynayan sular otlağın ortasından kıvrıla kıvrıla Söbüçimen’e doğru akıyor… Bir zamanlar yağlı güreşlerin yapıldığı alandan sonra Yanıklar’ı ve Yeroluk Pınarı’nı geçip Kubuşlar Yaylası’na, oradan da Eğribel Yaylası yol sapağını geçerek, tarihi bir yerleşim olan Seyricek Yaylası’na ulaşıyoruz.

              Bundan sonra, geniş bir düzlük olan Kurugöl Yaylası’nı geride bırakıyor ve Çayboğazı Yaylası’na varıyoruz. Burada, üzerinde “Sultanpunarı” yazan çeşmenin soğuk suyunu oğlaklarla paylaşıyoruz. Yayla ve köy yolları kenarında yaptırılan çok sayıdaki hayır yapısı çeşmelerden akan Toroslar'ın soğuk kaynak suları her türlü canlının su ihtiyacını karşılıyor… Sağımızda, iki bin 731 metre yükseklikteki Akdağ yükseliyor… Yellice ve Samsam belinden sonra, Başpınar ve Boğazoluk yaylaları yol ayrımlarını geçiyor, yolda karşılaştığımız köylülerle sohbet ediyoruz. Akyar (Balur) Köyü’nden batıya doğru iyice darlaşan Alara vadisinde beş kilometre kadar gidip Kayabükü (Çündüre) Köyü’ne varıyoruz. Buradan üç kilometre sonra güneye doğru devam ederek, Alara Çayı’nı geçiyor ve hemen sonra Uçan Şelalesi yoluna dönüyoruz. Üç kilometre sonra, adına Alara da denilen şelaleyi bütün görkemiyle karşımızda buluyoruz… Şelale, Alara Çayı’nın ana besleyici kaynağı… Alara Çayı daha doğuda, Köprübaşı’nın kuzeyindeki Dereyurt Yaylası’ndan çıkıyor ve seksen iki kilometre aktıktan sonra Akdeniz’e dökülüyor. Büyük bir gürültüyle Alara Çayı’na dökülen Uçan Şelalesi’nin çevresinde piknik alanları bulunuyor. Şelalenin suyunun, kuzeyde bulunan Akdağ’dan geldiği söyleniyor.

              Şelaleden ana yola çıkıp sola dönüyor ve altı kilometre sonra Köprülü (Girenes) beldesine varıyoruz. Buradan Çaltı yoluna devam ediyor, sonra sola, orman yoluna giriyoruz. Bir süre gidip Kuyumcu mevkiinden, Köprübaşı-Taşatan yoluna çıkıyoruz. Hacıbeleni’ni ve Çaltı Yaylası yol ayrımını geçiyoruz. Yolun sağında bulunan Tesbili Han’ın yanında mola veriyoruz. Bir zamanlar yaylacılığın ve kervancılığın önemli kilometre taşları olan, insanları ve hayvanları yağmurdan, sıcaktan ve de soğuktan koruyan hanlar ne yazık ki, günden güne yıkılıp yok oluyorlar.

              Kış sporlarına elverişli yapısıyla bilinen iki bin 354 metre yükseklikteki Akdağ'ın dik ve ormanlık olan kuzey yamaçlarını hayranlıkla seyrederek, Yelköprü’den Kargı Çayı Vadisi’nin güneyine geçiyoruz. Sık bitki örtüsüne sahip Kargı Çayı Vadisi endemik türleri de barındırıyor. Vadi boyunca üzerinde büyük bir alabalık üretme çiftliği bulunan Kozlu Deresi’ni, sonra Kuduzunmezarı Çeşmesi’ni, Banlıca Yaylası’nı, Çatlağın Hanı’nı, sonra da Taşatan Uçurumu’nu ve Derince Hanı’nı geçip sola, Bademağacı yoluna tırmanıyoruz. Tepeyi aşıyor ve adeta süzülerek, önce Bademağacı’na, sonra Değirmendere, Oba ve Cikcilli üzerinden Alanya’ya iniyoruz.   

      

 







 

 

19 Ağustos 2022 Cuma

Korsanlar Yurduna Doğru Seyahat Sinan SEYDİOĞULLARI

        Sabahın erken saatleri... Çoğunlukla günübirlik yaptığımız turlardan birine daha çıkmak üzereyiz. Bu defa Kemer, Çıralı, Olimpos, Adrasan ve Kumluca’yı dolaşıp dönmeyi planlıyoruz.

         Kahvaltıyı Antalya civarında yapmak üzere Alanya’dan yola koyuluyoruz. Akdeniz solumuzda, göz alabildiğince uzanıyor. Antalya’dan Kemer yoluna giriyoruz. Sıçan adasını geçiyoruz. Kahvaltıyı, Küçükçaltıcak’ta yapmaya karar veriyoruz. Bizim gibi erken kalkanlar istediği masaya oturmuşlar. Biz de beğendiğimiz bir masa seçiyoruz. Bizim ekibin kahvaltı geleneğinde, Adil arkadaşımızın getirdiği tulum peyniri var...
 

Resim: Sıçan adası

Resim: Çaltıcak Kıyıları

Çaltıcakları, Beldibi ve Göynük’ü geçip Kemer’e ulaşıyoruz. Sağımızda, yüksek bir sur gibi uzanan Beydağları var. Antalya Sarısu’dan Gelidonya burnuna kadar uzanan kıyı kesimi, bazı yerleşim yerleri hariç, Olimpos-Beydağları Sahil Milli Parkı sınırları içerisinde yer alıyor. 2366 m yüksekliğindeki Tahtalı Dağı’nın da içinde yer aldığı park alanında Olympos, Phaselis, Gagai, Idyros antik kent kalıntıları, Chimaera (Yanartaş) oluşumu, Çıralı ve Adrasan başta olmak üzere, orman ve denizin kucaklaştığı birçok koy ve kumsal bulunuyor.

        Tahtalı Dağı’nı geride bırakmışken, Çıralı yol ayrımından sola sapıyoruz. Çıralı’daki günübirlik alandan 1200 basamaklı taş merdivenle çıkılan dağın yamacında, dallarına çaputlar bağlanmış ağaçların yanından geçiyor ve çatlaklarından doğal gaz sızan kurşun rengi kayalara ulaşıyoruz.

Resim:Yanartaş 1

Resim:Yanartaş 2 

Mitolojiye göre, madencilik tanrısı Hephaistos atölyelerini yanardağların içine kurduğundan, Olympos antik kentinin kutsal alanı olan Yanartaş bu tanrıya adanmış. Chimaera’daki kalıntılar arasında Hephaistos tapınağı ve 5. yüzyıla tarihlenen üç nefli kilise bulunuyor. İlkçağdan beri yandığı tahmin edilen Likya’nın Sönmeyen Ateşi, dönemin insanlarınca kutsal sayılmış ve mitolojik canavar Khimaira buradan doğmuş. Mitolojide, Ephyra kralı Glaukos’un oğlu Hippones, bir av partisinde Belleros adlı birisini kazayla öldürür ve Belleros’u yiyen anlamına gelen Bellerophontes adını alır. Homeros’un anlattığına göre, Ephyra’dan sürülen Bellerophontes Tiryns kralı Proitos’a sığınır. Kralın karısı Anteia, aşık olduğu bu yakışıklı delikanlıya duygularını açıkça belli eder, ancak reddedilince krala giderek, Bellerophontes’in kendisine zorla sahip olmak istediğini, karşı koyması sonucu elinden ancak kurtulabildiğini söyler. Kral delikanlıyı kendi eliyle öldürmek istemez. Çağırıp eline bir mektup verir ve onu kayınpederi olan Likya kralına götürmesini emreder. Mektupta, mektubu getirenin derhal öldürülmesi istenmektedir. Kral ise ondan, Olympos civarında yaşayan Khimaira canavarını bulup öldürmesini ister. Bellerophontes aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu ve soluğu alevler saçan Khimaira canavarını öldürmek için yola koyulur. Yolda karşısına çıkan kanatlı at Pegasos’u yakalar ve ona binip canavarın yaşadığı yere doğru uçar. Yere inerken, mızrağını canavarın ağzından içeri sokmayı başarır ve onu yerin yedi kat dibine gömer. Mızrağın ucunda bulunan kurşunlar canavarın alevler saçan soluğuyla erir, etini dağlayıp yakar ve korkunç ejderha bu şekilde ölür. Ancak yerin altından, Khimaira’nın ağzından çıkan ateş hiç sönmez.  

         Ekibimizdeki itfaiyeci arkadaş, “Bu ateş niçin sönmüyor?” diye incelemeler yapıyor ve Yanartaş’tan dönüyoruz. Sağımızda solumuzda, karabuba dedikleri karanfil çiçekleri görüyoruz... Buradan Olympos antik kentine ve oradan sahile geçiyoruz.

         İlk Olympos kentinin Adrasan koyu kuzeyindeki Musa Dağı’nın zirvesinde kurulduğu, Olympos antik kentinde yapılan olimpiyat oyunlarında, atletlerin Chimaera’nın kutsal ateşiyle tutuşturdukları meşalelerle kente doğru koştukları ve günümüzde yakılan olimpiyat meşalesinin Chimaera’nın sönmeyen ateşinin sembolik bir ifadesi olduğu söyleniyor. Olympos ve Phaselis kentleri, tarihte korsanların yurdu olarak biliniyor. MÖ 80 dolaylarında, Kilikyalı korsanların Akdeniz kıyılarındaki egemenliğini kırmak isteyen Romalılar önce korsanların donanmasını denizde yeniyor, sonra korsanbaşı Zeniketes’in barındığı Olympos’u kuşatıyor. Umutsuz duruma düşen Zeniketes oturduğu evi ailesiyle birlikte ateşe vererek intihar ediyor. 

Resim: Olimpos

        Resim: Adrasan Koyu                   

    Musa Dağı’nı, bir de Adrasan koyundan seyrediyoruz. Likya yolunu tutanlar var civarda. Buradan Karaöz limanına kadar iniyoruz. Zaman insanoğlunun hükmedemediği şey... Zaman yetmiyor. 

    

Resim: Karaöz

31 Temmuz 2022 Pazar

Altınbeşik’ten Çıkan Su Sinan SEYDİOĞULLARI

*Bu yazı ilk defa Aralık 2004 tarihli Alanya Vizyon Dergisi'nde yayınlanmıştır.    

Alanya’dan 

132 kilometre uzaklıkta bulunan ve 1156 hektarlık bir alanı kapsayan Altınbeşik Mağarası Milli Parkı’nı gezmeye gidiyoruz. Alanya’dan 43 kilometre sonra Akseki yol ayrımına varıyor ve buradan Toroslara doğru 57 kilometre kadar tırmanıp İbradı yol ayrımına ulaşıyoruz. Yol ayrımından İbradı 22 kilometre uzaklıkta bulunuyor...

Yolumuz üzerindeki Emiraşıklar köyünde, Emir ve Genç Dede Türbelerini ziyaret edip birer “fatiha” okuyoruz. Sonra bir vadiye iniyor yolumuz. Akşahap ve Üzümdere yol ayrımlarını geçiyoruz. Üzümdere yol ayrımında piknik yerleri bulunuyor. Manavgat çayı yolun güneyinde kanyon oluşturmuş. Aynı zamanda dağ keçilerinin yaşam alanı olan Üzümdere ve civarı Yaban Hayatı Koruma Alanı olarak ilan edilmiş... Üzümdere yol ayrımından 10 kilometre sonra İbradı’ya varıyoruz. İbradı 1020 metre rakımlı ve girişindeki tabelaya göre 6991 nüfusa sahip. Önceleri Iradı ve Aydınkent olarak anılan ilçe ince kabuklu, güzel kokulu ve adına festival düzenlenen üzümüyle ve yetiştirdiği hukuk adamlarıyla da ünlü... İbradılıların çoğu İstanbul’a yerleşmişler.

Belediye Başkanı ile tanışıyoruz. Zabıta memuru Dursun Soysal bize rehberlik yapmak üzere aracımıza biniyor ve önce ilçe merkezindeki Arapastığı kestane ağacını görmeye gidiyoruz.

1889 yılında İbradı’da, bir Arap hizmetçinin çıkarttığı söylenen büyük yangında çok sayıda ev yanıp kül oluyor. Arap hizmetçi yakalanıp bu kestane ağacında asılarak cezalandırılıyor. Bundan dolayı Arapastığı denilen, 1100 yaşındaki bu anıt ağaç korunması gerekli doğal varlık olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmış. Buradan İbradı’nın 3 kilometre güneyindeki Ardıçpınarı (Ormana) beldesine gidiyor ve oradan da 7 kilometrelik bir yolla Ürünlü (Unulla) Köyü’ne varıyoruz. İnciri ile ünlü Ürünlü Köyü’nün kahvesinde, muhtar ve bir grup köylüyle bir süre sohbet ediyoruz. Ürünlüler çoklukla Bursa’da yaşıyor ve yaz aylarında köye geliyorlar.

Mağara görevlisi Mithat Ünal’ı aracımıza alıp 4 kilometrelik bir yolla Ürünlü Köyü’nün güneydoğusunda bulunan Altınbeşik-Düdensuyu Mağarası’nın yanına kadar iniyoruz. Her yıl adına festival düzenlenen mağara sarp ve derin uçurumlu bir dağın dibinde bulunuyor. Mağara adını bu sarp kayaların altın rengiyle dağın beşiğe benzeyen şeklinden alıyor. Bir kralın kızını burada saklayıp büyüttüğü için bu adı aldığı da söyleniyor. Mağaranın 35 metre genişliğindeki girişi tamamen suyla kaplı...

Bir jeneratör kullanılarak ışıklandırılan mağaraya Mithat Dayı’nın küreklerini çektiği bir sandala binerek giriyoruz. Mağaranın uzunluğu 200 metre civarında... Denizden yüksekliği 450 metre olan ve içinde sarkıt ve dikitler bulunan mağaranın sonunda traverten oluşumlar var. Bu kısımda mağaranın yüksekliği 40 metreyi buluyor. Mağaranın ikinci katına buradan çıkılıyor. Mağaranın ikinci katının 1,5 kilometre uzunluğunda olduğu ve bu katta da birkaç göl bulunduğunu öğreniyoruz. Mithat Dayı mağaradaki suyun hazmettirici olduğunu ve havasının da astımlılara iyi geldiğini söylüyor.

Bölgede, çok sayıdaki su batanından yeraltına inen suların ve kalkerli toprak yapısının oluşturduğu uzun bir yeraltı akarsuyu şebekesinin ve bir yeraltı gölünün bulunduğu, hatta mağaranın suyunun yaklaşık 75 kilometre kuzeydeki Beyşehir Gölü ile bağlantılı olduğu belirtiliyor. Yağışlı günlerde meydana gelen “düden patlamasıyla” mağaradan çok büyük miktarda su çıktığı söyleniyor. Mağaranın giriş kısmında batan sular Manavgat çayı vadisine kadar yeraltından gidiyor ve Narlıca Kanyonu’nda aynı adlı pınardan tekrar yeryüzüne çıkıyor.

Mağaradan Ürünlü’ye dönerken, aracımızın önünden üç keklik uçuyor. İbradı’da, Hisartaşı’ndaki Tekke’ye uğrayıp Cevizli’ye doğru yola koyuluyoruz. Yamaçlarında sedir, toros göknarı (ladin), ardıç, meşe ve karaçam ağaçları bulunan Hallaç Boğazı’nı geçerken, yolun kenarında bir kuyu ve hayvanların su içmesi için kullanılan bir yalak ilişiyor gözümüze… Bundan, yaz aylarında yörede susuzluk çekildiğini anlıyoruz. Issız yolda ilerlerken önümüze birkaç sincap, yöresel adıyla “tirik” çıkıyor. İbradı’dan 20 kilometre sonra Kuyucak yol ayrımını geçiyor ve Gümüşdamla Köyü’ne varıyoruz. Köyün görkemli bir camisi var. Kahvede köylülerle sohbet ederken, çoğunun parmaklarının boyalı olduğunu fark ediyor ve bunun nedenini soruyoruz. Onlar da, ceviz ayıkladıklarını söylüyorlar. Gümüşdamla’nın adı 1961’de değiştirilmiş. Köyün eski adı Zilan. Oğuzların Üçok boyunun on iki oymağından biri olan Zilanlılar Anadolu’da ilk önce Batman yöresine yerleşmiş, daha sonra da buralara göç etmişler. Zilanlılar bugün daha çok İstanbul Kasımpaşa’ya yerleşmişler. Köyde bir alabalık çiftliği bulunuyor. Köyün çıkışında rastladığımız çocuklara balon dağıtıyoruz. Balonların renkleri çocuklar arasında küçük anlaşmazlıklara neden oluyor.

Cevizli’ye doğru hareket ediyoruz. Kızılçam ormanının içinden geçen yolun sağında dik yamaçlı Manavgat çayı vadisi bulunuyor. Çınardibi ve Üzümdere yol ayrımlarını geçiyor ve köyden yaklaşık 8 kilometre sonra sola, bir orman yoluna sapıyoruz. Sapaktan yaklaşık 500 metre ileride, yolun sağındaki kayalıkların dibinde bulunan 10 metre genişliğinde ve 30 metre derinliğindeki Düdencik mağarasını yukarıdan seyredip geri dönüyor ve Gümüşdamla’dan 12 kilometre sonra Cevizli’ye ulaşıyoruz. Yöredeki en geniş ovaya sahip olan Cevizli, Kagrai adıyla bilinen eski bir yerleşim yeri... Güneye doğru devam ediyor ve önce Geceler, sonra Günyaka yol ayrımlarını geçiyor ve Cevizli’den 12 kilometre sonra Seydişehir kavşağına (Zomana’ya) varıyoruz. Buradan, adı İmrasan olarak söylenen ancak aslı Emirhasan olan bele, eski Akseki yoluna tırmanıyoruz. Dağın yamaçlarında, aralarında yaşlı ve uzun sedir ağaçları da bulunan ormanın keskin havasını soluyoruz. Dört kilometre sonra ulaştığımız 1530 metre rakımlı belin zirvesinde yıkık ve terk edilmiş dinlenme tesislerini ve bir çoban kulübesini geçiyoruz. Ormanlık arazide sivri kayalıklar görülüyor. Zirveden aşağıya doğru inerken, yolun solundaki derin ve aynı zamanda ormanlık bir vadiyi doyasıya seyrediyoruz.

Kavşaktan 13 kilometre sonra ulaştığımız Akseki’nin girişinde bir mermer taş ocağı bulunuyor. Akseki’den 3 kilometre sonra Seydişehir-İbradı kavşağına çıkıyor ve Alanya’ya doğru yolumuza devam ediyoruz...                 

Fasıllar ve Eflatunpınar Anıtları Sinan SEYDİOĞULLARI sinansey@gmail.com

 

              Seydişehir-Konya Karayolunun 26. kilometresinde bulunan Çavuş beldesi kavşağının karşısındaki Fasıllar Köyü yoluna giriyor ve yaklaşık 8 kilometre sonra köye ulaşıyoruz. Bize rehberlik eden köylünün söylediklerini dinleyerek, yokuş yukarı çıkıyoruz.

              Köyün orta yerinde, gözümüze bir türbe ilişiyor. Merak edip soruyoruz, “Kimdir, kerameti nedir?” diye. Aslında, Türk-İslam yerleşmelerinin hemen hepsinde bir türbe ya da bir yatır bulunur ve bunların o yerin adeta koruyucusu olduğuna inanılır. Samat Dede diye bir ermiş olduğunu söylüyor oradakiler ve kerametini şöyle açıklıyorlar: Ekili arazilerde zaman zaman görülen kımıl zararlısını kovmak için Dede’nin türbesinden bir avuç toprak alınıyor ve bir tarafı açık kalmak üzere, zararlının görüldüğü yerin çevresine dökülüyor. “Sabaha bir şey kalmaz, açık bırakılan yerden hepsi kaçar” diyorlar. Biz de Samat Dede’nin ruhuna birer fatiha okuyup yolumuza devam ediyoruz. 

 Vardığımız vadinin bir yamacı gevşek toprak, diğer tarafı ise kayalık. Yamacın hemen ortasında köylülerin Yatıkkaya dediği görkemli bir anıt, boylu boyunca yatmış duruyor. Kurtbeşiği de denilen anıtın bir benzeri olmadığı söyleniyor. Aynı boyutlardaki bir kopyası Ankara’da, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin girişinde bulunuyor. Bir süre önce, büyük bir vinçle gelmiş ve götürmek istemişler, ancak olmamış. 2,25 m x 2,75 m x 8,30 m boyutunda ve 72 ton ağırlığında, tek parça granit bloktan oluşan anıt, MÖ 13. yüzyıla ait bir Hitit anıtı. Anıtta, iki aslan arasında üst üste duran iki tanrı ve alttaki tanrının iki yanında bir çift aslan kabartması bulunuyor.


 Anıtın karşı yamaçlarındaki kayalıklarda, anıt mezarlar yer alıyor. Burasının Hititlere ait Mistheia kenti olduğu sanılıyor. Kayalık tarafta bulunan 1,85 m boyundaki at kabartmalı Lukyanus Anıtı’nın ve yanı başından aşağılara akan kaynak suyunun görsel güzelliği karşısında yaşamın derinliğinin farkına bir kez daha varıyoruz.     

 Konya-Beyşehir Karayolu üzerinde bulunan Altınapa Baraj Gölü’nü geride bıraktıktan sonra biraz ileride, yolun solunda önce Kuru Çeşme Hanı’nı, 32. kilometrede ise Kızılören (Kandemir) Kervansarayı’nı ve Kızılören Çamlığını (Ormaniçi Dinlenme Yeri) geçiyoruz.

Bir taraftan dağ havasını ve çevreye yayılmış olan çam kokularını sindire sindire içimize çekerken, yolun sağındaki canlı alabalık lokantalarına takılıyor gözümüz. Havuzdan seçilen canlı alabalıkların yanında sac kavurmayı da tadalım istiyoruz. Yoğurdunu da övüyorlar yörenin. Gerçekten yemeye doyamıyor insan. Has buğdaydan yapılmış, mis gibi kokan ekmeğine de... Çok düşük bir hesap ödeyerek, kalkıyoruz oradan. Sobanın yanında içtiğimiz sıcak çaylar, dışarıdaki soğuk havayı daha çok hissettiriyor bize.

Yolun 52. kilometresindeki Yunuslar Köyü’nden sola doğru kıvrılıyor ve 12 kilometre sonrasında, Doğanbey yol ayrımında bulunan Üçpınar Köyü’nden sağa dönüyor ve 8 kilometre daha gittikten sonra, Sadıkhacı beldesine ulaşıyoruz.

              Eflatunpınar Anıtı, beldenin yaklaşık 4 kilometre kuzeybatısında, yaz-kış rahatlıkla ulaşılabilecek bir yerde, bir su kaynağı yanında bulunuyor. Bu gibi anıtların hem yol, hem su için işaret, hem de bir tapınma yeri olarak yapıldığı söyleniyor. MÖ 13. yüzyıla ait, havuzlu ve 19 taş bloktan oluşan, 7,5 m x 7 m boyutundaki kutsal Hitit anıtı, doğanın üç bereket ögesi olan toprak, su ve güneşi simgeliyor. Anıtta, oturur durumda bir tanrıyla bir tanrıça, aralarında ve iki yanlarında üst üste yerleştirilmiş birer çift karma varlık bulunuyor. Anıttaki tanrıçanın güneş tanrıçası Arinna, tanrının ise fırtına tanrısı Tarhuzza olduğu; alt sıradakilerin ise dağ ve yer altı suları tanrılarını tasvir ettiği sanılıyor. Anıtın her iki yanında birer adet pınar tanrıçası bulunuyor. Anıta bağlantılı olarak yapılmış olan 30 m x 35 m boyutundaki kutsal havuz ayrı bir değer katıyor buraya. Bin tanrılı Hitit inanç dünyasının içine giren Hurrili tanrılarla Hititli tanrıların birlikte betimlendiği anıt, bir bakıma barışı da simgeliyor. Anıtın hemen karşısında, üst kısmı tahrip olmuş, tahtta oturur durumda tanrı-tanrıça çifti yer alıyor. Havuzun önünde bulunan, boğa kabartmalı gölet Roma dönemine ait. 

              Hayranlığımızı, nasıl geçtiğinin farkına bile varamadığımız dakikalarla ancak üzerimizden attıktan sonra anıtla vedalaşıyoruz. 6 kilometre kadar batıya giderek, Beyşehir-Şarkikaraağaç Karayoluna çıkıyoruz. 

              Günbatımına yakın bir saatteyiz. Dumanlı doruklarıyla Dedegöl Dağları ve onun önünde sessizce uyuyan Beyşehir Gölü tam karşımızda duruyor. Türkiye’nin en büyük alanına sahip milli parkı ve önemli bir sulak alan olan Beyşehir Gölü’nde yirmi iki adet ada bulunuyor. 16 kilometre sonra Beyşehir’e vardığımızda, sakin bir belde ile karşılaşıyoruz. Eşrefoğlu Camii ve Türbesi’ni uzaktan seyredip karanlığa kalmamak için yolumuza devam ediyoruz.

 

Ağıl Ardıç Ağacı “Bin Yıllık Yaşayan Tarih” Sinan SEYDİOĞULLARI

                                        

                       Konya ili Taşkent ilçesi Balcılar beldesinde bulunan Ağıl Ardıç Ağacı (Juniperus foetidissima) bin yaşında, 12 metre boyunda, 4 metre çapında ve 12 metre çevre genişliğinde olup 2002 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Tabiat Anıtı olarak ilan edilmiş bulunuyor. Tabiat anıtları tek veya nadir olmaları nedeniyle bilimsel ve estetik yönden ulusal öneme sahip tabiat parçalarıdır.

               Güzel kokulu yapraklarını kışın da dökmeyen, kara yemişli, 20 metreye kadar boylanabilen, 2300 metreye kadar yayılabilen ve 60-70 kadar türü bulunan ardıç orman yaşamının sona ermesi aşamasında, en son kaybolan dayanıklı türdür. Erozyon önleyici, rüzgar, kar ve ses perdesi ve süs bitkisi olarak da yetiştirilir. Tohum ve yapraklarından elde edilen su ile yıkanıldığında vücudu kuvvetlendirdiği, terlemeyi kestiği, romatizma, uyuz ve egzamaya iyi geldiği söylenir. Ayrıca öksürüğe ve göğüs ağrısına iyi gelir. Kurt düşürücü, nefes kokusunu giderici, antiseptik ve uyarıcıdır. Çimlenme engeli olan ardıç ağacı en iyi, ardıç kuşlarının dışkıları ile atılan tohumlarla yetişir. Eski Türklerde ardıçlı adını taşıyan birçok kutsal yer bulunur; ardıçlı mezarlar tanrısal, ardıç ağacı kutsal sayılırdı. Ardıç yardım önerisini simgeler. Yaylalara çıkan Yörükler, kötülüklerden korunmak için yolları üzerinde rastladıkları uzun ve yaşlı ağaçların, özellikle ardıç ağaçlarının dallarına kurban olarak bez parçası, iplik, hayvan kılı veya tüyü bağlar, çivi çakar ve diplerine çakıl taşı atarlardı.

               Alanya’dan Ağıl Ardıç Ağacı’nı ziyarete gidiyoruz. Yolda karşılaştığımız ufak tefek ağaçkakanların ağaçların dallarına vurarak çıkardığı sesler bütün Gevne Vadisi’ni çınlatıyor. Balcılar beldesi, Taşkent’in 26 kilometre doğusunda bulunuyor. Belediye başkanı, ağacı görmeye beraber gidelim diyor. Bir belediye meclis üyesi de bize katılıyor ve bir cipe biniyoruz. Yol, beldenin 6 kilometre doğusunda bulunan Ağıl Ardıç Ağacı’nın yanına kadar gidiyor. Denizden bin 450 metre yükseklikteyiz. Adını bulunduğu mevkiden alan ağacın çevresinde deniz fosili taşlar ve birkaç ardıç ağacı bulunuyor. Bir çoban lalesine takılıyor gözümüz.

 

  Yöre eski bir yerleşim alanı… Ağacın bir kilometre güneyindeki Dikenli Alanında ise bir höyük bulunuyor. Eski adı Alata olan Balcılar bin 350 metre rakımlı ve 6 bin civarında bir nüfusa sahip… Balcılar, adı üstünde bal üreticisinin bol olduğu ve dolayısıyla balın bol üretildiği bir belde. Kovanlık adı verilen 5-6 metre yüksekliğindeki kule yapılar balı ve arıları ayılardan korumaya yarıyor. Burada karakovan ya da diğer adıyla kütük balı üretiliyor. Balcılar beldesi balının yanında alabalığı, uzun saplı Napolyon kirazı, tulum peyniri ve elmasıyla da ünlü…

 Balcılar’dan 4 kilometre uzaklıkta, Ağıl Ardıç Ağacı yolu üzerinde Siyam Efendi Türbesi bulunuyor. 1752-1812 yılları arasında yaşamış olan Siyam Efendi’nin mezarı, kronik baş ağrısı ve romatizmal rahatsızlığı olanlar tarafından ziyaret ediliyor. Yürüyemeyecek halde burayı ziyarete gelenlerin yürüyerek döndüğü söyleniyor. Türbenin karşısında, iki odalı bir hayır yapısı var. Yapının bir odası mescit olarak kullanılıyor. Sobası, piknik tüpü, yatacak yeri ve battaniyesi bile bulunan diğer oda ise gelen geçen herkesin kullanımına açık… Balcılar’dan tarihi bir kervan yolu da geçiyor. Ermenek sınırındaki Kuşuhanı, Kandevir ormanındaki Kandevir Hanı ve Kızılca Yaylası’ndaki Kızılca Han, bu tarihi kervan yolunun üzerinde bulunuyor. Balcılar’dan yaklaşık yarım saatlik bir yolla Hadim Yerköprü Şelalesi’ne ulaşılabiliyor.

 

Eğer bir gün yolunuz Taşkent ilçesinin Balcılar beldesine düşerse, yörenin en yaşlısının burada yaşadığını hatırlayıp onu ziyaret etmeyi sakın unutmayın.    

17 Temmuz 2022 Pazar

Gedefi Mağarası “Toroslarda Kutsal Bir Mekan” Sinan SEYDİOĞULLARI

                                                     Gedefi Mağarası

                                                “Toroslarda Kutsal Bir Mekan”

                                                                                                      Sinan SEYDİOĞULLARI

*Bu yazı ilk defa Haziran 2004 tarihli Alanya Vizyon Dergisi'nde yayınlanmıştır.

             İlkbahar ayları ve yaz başları doğanın tazelenme dönemidir. Doğadaki bu tazelikten bütün canlılar gibi biz de payımızı almak üzere yine yayla yollarındayız. Bu defa yaklaşık iki yüz kilometreyi bulan gezi güzergahımızın odağında Gedefi Mağarası var.

         Konaklı’dan başlayıp Güzelbağ, Gündoğmuş, Karadere, Güzelsu, Murtiçi üzerinden Alanya’ya dönmeyi planlıyor ve yine sabahın ilk ışıklarıyla aracımıza binip yola koyuluyoruz. Güzelbağ’dan sonra Bayırkozağacı yoluna dönüyor ve dört kilometre sonra yolun solundaki toprak yoldan kuzeye yöneliyoruz. Üç kilometre sonra da Colybrassos Ayasofya antik kentinin kalıntılarıyla karşılaşıyoruz. Çevrede çok sayıda lahit görülüyor. Roma dönemine ait kaya mezarının giriş kemerini bir Medusa başı süslüyor.

              Yayla ve köy yollarında çobanlar olmasa, yolu şaşırmak olası... Yol sapaklarında yerleşim birimleriyle doğal ve kültürel yerlerin yön levhalarının olmayışı büyük bir eksiklik! Bu yerleri tanıtıcı Türkçe ve yabancı bir dille yazılmış levhaların olmaması ise bir başka eksiklik.

              Geriye dönüyor ve Güzelbağ yol ayrımından yaklaşık yedi kilometre sonra, Uluyol çeşmesine varmadan önce, büyükçe bir kaya kütlesinin yanında duruyoruz. Yörükler bu kaya kütlesine Bereket Taşı diyor ve yaylalara gidip gelirken, bu kaya kütlesinden kopardıkları küçük taş parçalarını bereketli olsun diye un çuvallarının ya da tahıl ambarlarının dibine atıyorlarmış. Atalarımızın bu geleneğini yaşatmak üzere, biz de birkaç taş parçası koparıp yanımıza alıyoruz. Güzelbağ’dan yaklaşık on altı kilometre sonra Alara Çayı üzerindeki Kemer Köprü’ye varıyoruz. Buradan Gündoğmuş on bir kilometre uzaklıkta bulunuyor.

              Yolda, lastiği bile olmayan bisikletiyle oynayan ve keçilere nazire yaparcasına kayalara tırmanan eli, yüzü kirli ama bir o kadar da sevimli memleket çocuklarını görüyoruz. Her zamanki gibi onlara şeker, balon, ekmek vs ikram ediyoruz. Gündoğmuş girişinde, fotoğraf çektiğimizi gören yaşlı bir teyze yanındaki küçük torununa bizi soruyor: “Oğlum bunlar cavır deel mi?”

             Gündoğmuş çıkışında, onca yükseklikten düşen Suuçtuğu Şelalesi’ni bir süre seyrediyoruz. Karadere yoluna sapıyoruz. Gedefi Mağarası’nın yolunu öğrenmemiz gerek. Yol ayrımından yaklaşık beş yüz metre sonra, bir yapının önünde birilerini görüyoruz. Güzel bir rastlantı!... Orta yerdeki masanın kenarında oturan kişi tanıdık... Ramazan abinin ikram ettiği çayları içiyoruz. Sonra da yeğen Osman’ın rehberliğinde Gidirise Beli yoluna yöneliyoruz. İki kilometre sonra araçtan inip rehberimizin arkasından kuzeybatıya doğru yaklaşık yirmi dakikalık bir yürüyüşle Gedefi tepesinin doğusuna varıyoruz. 1234 metre yüksekliğindeki Gedefi tepesinin kuzeye bakan yamacında, kenarı uçurum olan bir mağara girişi görülüyor.

              Bir kısmı tahrip olmuş antik taş merdivenlerden inip girişe ulaşıyoruz. Uzunluğu 15 metre, genişliği 13 metre, yüksekliği ise 18 metre olan mağaranın arka kısmında kısmen tahrip olmuş, fresklerle bezeli nişler bulunuyor. Mağaranın orta yerinde ise iyice tahrip olmuş bir kadın heykeli duruyor. Mağara tabanında, şimdilerde üstü kapanmış olan bir kuyunun varlığından söz ediliyor. Yan duvarlarındaki yazıtlardan mağaranın tek tanrılı dine geçişten sonra kiliseye dönüştürüldüğü, aslında bir tanrıçaya adanmış kutsal bir yer olduğu anlaşılıyor.

              Gedefi tepesinin güneydoğusunda ise antik bir kentin kalıntıları bulunuyor. Böylesine değerli bir mağaranın tescili daha yeni yapılmış! Daha da kötüsü, günden güne tahrip ediliyor olması! Öyle ki, para bulma hevesiyle kesme taşlar bile dinamitlenmiş! Sahibine hayrı olmamış paranın kime ne yararı olur?

              Mağaradan dönüyor, önce el almış – ocaklı bir kadından dolayı ziyaretçisinin bol olduğunu duyduğumuz Karadere Köyü’nü, sonra da Güneyyaka Köyü’nü geçiyoruz. Buradan yaklaşık üç kilometre sonra vardığımız İnnas Yaylası’nda Şeyh Büyük Yunus Efendi Türbesi bulunuyor. Pınarbaşı Köyü’nün pınarından su içtikten sonra Güzelsu Köyü’ne geliyoruz. Burada yüksekçe bir tepeye yapılan seyirlik yerini ve ünlü sedir ormanını görüyoruz. Akseki’nin çatılı, modern köy evleri bahçe düzenlemeleriyle de hemen fark ediliyor. Bu köylerde mutlaka bir çocuk bahçesi ya da bir dinlenme parkı bulunuyor. Kışlık nüfusu çok düşük olan bu köyler Aksekililer tarafından yazlık yeri olarak kullanılıyor.

              Gezimizin sonlarına doğru Güzelsu’dan Murtiçi’ne gelirken, yanında çoban köpeğiyle koyun sürüsü otlatan, pala bıyıklı bir çoban çıkıyor karşımıza ve “Bana Kürt oğlu Pala Şükrü derler! Ben bu dağları adım adım bilirim” diyor.  

                              

                                                                       

 

Yayla Yolları Sinan SEYDİOĞULLARI

                                            Yayla Yolları

                                                                    Sinan SEYDİOĞULLARI

 Yazı, Harita ve Fotoğraflar

*Bu yazı ilk defa Şubat 2004 tarihli Alanya Vizyon Dergisi'nde yayınlanmıştır.

              Kış ortasında, meteorolojinin tahminine göre havanın günlük güneşlik olacağını öğrendiğimizde, Sarıveliler-Ermenek-Anamur güzergahında planladığımız günübirlik tura çıkmaya karar veriyoruz.

     Mahmutlar üzerinden Ladin Tepe’ye doğru yol alırken, gün daha yeni ışımaya başlıyor. Kuşyuvası’na vardığımızda, sabahın soğuğuna aldırmadan araçtan iniyor ve dağ havasını ciğerlerimize çekiyoruz. Bir hafta önce yağan kar yolun kenarında hala duruyor, hatta yolun bazı kesimleri buz tutmuş durumda… Karapınar Köyü’nden Gevne vadisine döndüğümüzde, vadinin üzerine çökmüş sis kütlesinin içinden geçiyoruz. Çayarası’nın kapalı dükkanlarının önünden geçip Sarıveliler yol ayrımından sağa sapıyoruz. Sarıveliler buradan 27 kilometre uzaklıkta…

       Boyalı Yaylası yol ayrımını geçip Söğütçük’teki çeşmenin yanında kahvaltı molası veriyoruz. Kahvaltının baş yemeği kavurma… Kahvaltı sırasında, oradan geçen bir avcıya kavurma ikram ediyoruz. O da heybesinden çıkardığı elmaları veriyor bize. Avcıyı Erenler Dağı’na doğru uğurluyoruz.

        Toroslar'da ikramın ayrı bir yeri ve geleneği var. Toroslar'ın yayla toprağına benzeyen, yürekli ve paylaşmayı seven insanları evlerini, çadırlarını ya da heybelerini önyargısız size açıverirler. Bu konukseverlik karşısında ne yapacağınızı bilemezsiniz!

         Biz grup olarak bir tarz geliştirmiş bulunuyoruz: Alanya’dan aldığımız sıcak fırın ekmeklerini, şekerleri ve meyveleri yayla yollarında rast geldiklerimize ikram ediyoruz. Grubun en yaşlısı, ancak en hayat dolusu olan Ahmet Abi için çocuklar ayrı bir önem taşıyor. Onlara, “Türkiye’nin başkenti neresidir?”, “Ağzımızda kaç diş var?” türünden kolay sorular soruyor, aldığı doğru cevapları ödüllendiriyormuş gibi yaparak, onlara bir şeyler veriyor.

         Civandere girişinde bir eşek üzerinde yanımızdan geçmekte olan Meryem Teyze’nin fotoğrafını çekiyorum. Civler ve Sarıveliler’den sonra Göktepe yoluna sapıyoruz. Yolun kenarındaki ağaçlıklarda oyun oynayan üç sincabı izliyoruz bir süre. Ceviz üretimi ile tanınan Göktepe’de Karamanoğulları’nın hekimbaşı olan Büğlü Baba’nın türbesini ziyaret ediyoruz. Türbeniz yanında bulunan ve temriye, egzama, uyuz gibi deri hastalıklarına iyi geldiği söylenen kükürtlü şifalı çamuru ellerimize sürüyoruz. Göktepe’de biraz ceviz satın alıyor ve Ermenek yoluna koyuluyoruz.

         Yol tenha ve geniş. Viraja hızlı girdiğinden kayarak yan yatmış bir aracın yanından geçiyoruz. Sarıveliler’den 40 kilometre sonra Ermenek’e ulaşıyoruz. Geniş bir manzarası olan kentin nüfusu 13 bin, rakımı ise 1300-1400 metreler civarında… MÖ 8. yüzyıla tarihlenen kentin 9 kilometre batısındaki Güneyyurt’ta bulunan İkizin Hitit Kabartması bunu kanıtlıyor. MÖ 2. yüzyıl sonunda yöreyi ele geçiren Romalı komutan Germanicus’tan dolayı kente Germanicupolis adı verilmiş. Ermenek adı buradan geliyor.

         Karamanoğulları’na bir süre başkentlik yapmış olan kent su kaynaklarının bolluğu ve ikliminin yumuşaklığı sayesinde tahıl üretimi, bağcılık ve meyvecilikte gelişmiş durumda… Orman varlığı açısından da zengin. Ermenek, Maraspoli Mağarası ile de ünlü. Mağara ve kaynağının dünyanın en büyük mağaralarından ve en uzun yeraltı derelerinden biri olduğu söyleniyor. Elektrik enerjisi, sulama ve içme suyu elde etmede kullanılan mağara ancak belediyenin bir görevlisi eşliğinde gezilebiliyor. Ermenek Çayı üzerine yapılmakta olan Ermenek Barajı’nın ileride oluşturacağı göl manzarası ile kentin bir sayfiye yerleşimi olacağını şimdiden söylemek mümkün. 

Baraj gölü suları altında kalacak olan Görmeli Köprüsü’nü, belki bir daha görmek nasip olmaz, diyerek resimliyorum. 28 metre yüksekliğinde, 64 metre uzunluğunda ve 6 metre genişliğinde olan, iki gözlü köprü 1290 yılında Karamanoğulları’ndan Halil Bey tarafından yaptırılmış.

         Görmeli Köprüsü’nden Kazancı’ya doğru, yolun 7. kilometresindeki Çatalbadem yolu ayrımından sola sapıyor ve 3 kilometrelik bir yolla Zeyvepazarı’na ulaşıyoruz. Vali Hakkı Teke tarafından yaptırılan bir mesire yeri Zeyvepazarı.  500 yıllık tarihi bir pazar yeri. Alışverişler yakın zamana kadar mal takası yoluyla yapılırmış. Burada, dört bir taraftan açığa çıkan coşkun kaynak suları ile farklı tonlardaki yeşil dokunun tam orta yerinde tılsımlı bir güzellik buluyor insan.

          Zeyvepezarı’ndan Kazancı’ya ulaşıp oradan Anamur’a doğru yol alıyoruz. Yarım saat sonra ünlü Abanoz Yaylası’na varıyoruz. 1300 metre rakımlı yaylada 700-800 civarında hane olduğu ve yaz aylarında nüfusun 5-10 bine ulaştığını öğreniyoruz. Abanoz Yaylası’nın bütün yıl faaliyette olan pide fırınında karnımızı doyuruyor, üstüne sıcak bir şeyler içiyoruz.

           Yolumuz uzun. 1690 metre rakımlı Suolmaz Geçidi’nden sonra Kaş Yaylası’nı, 25 kilometre sonra da Anamur Çayı üzerinde yapılmış, bir Karamanlı yapısı olan Alaköprü’yü geçiyoruz. Anamur’a varıp Alanya’ya doğru yol alırken, bu yolun yıllardır niye böyle virajlı ve dar bir halde bırakılmış olduğunu, niye düzeltilip genişletilmediğini birbirimize soruyoruz.